İdari İzin Hakkında
DÜNYA BÖBREK GÜNÜ
DÜNYA BÖBREK GÜNÜ BÖBREK SAĞLIĞI HERKESE, HER YERDE!
Prof Dr. Taner Çamsarı
DEÜ Nefroloji AD
Türk Nefroloji Derneği İzmir Şubesi Başkanı
Dünya Böbrek Günü, Uluslararası Nefroloji Derneği (ISN) ve Uluslararası Böbrek Vakıfları Federasyonlarının bir ortak girişimi olarak her yıl Mart ayının ikinci Perşembe günü Dünya çapında kutlanmaktadır. Kar amacı gütmeyen kamu yararına çalışan bu kuruluşlar, Türkiyede de yine kamu yararına çalışan ve bu yıl 50. Kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan Türk Nefroloji Derneği ile işbirliği içerisinde bu günü kutlamaktadırlar.
Dünya Böbrek Günü’nün amacı; bütün dünya da böbrek sağlığı ve hastalıkları hakkında bir farkındalık yaratmak ve bu hastalıkların kişi ve toplum sağlığı bakımından önemini kavratmaktır. Ülkemizde ve Dünya da her on erişkinden bir kişide süreğen bir böbrek hastalığı vardır. Tüm dünyada halen 850 milyon kişi herhangi bir derecede böbrek hastasıdır. Böbrek hastalıklarının kişi ve toplum sağlığı için oluşturdukları bu yük giderek artmaktadır.
Yapılan tahminlere göre; 2040 yılının en önemli ölüm nedenleri arasında, beşinci sırada böbrek hastalıkları olacaktır. Sağlık harcamalarının en önemli nedenlerinden birisini bu kalem oluşturmaktadır. Böbrek yetmezliği sağaltımında Hemodiyaliz, Periton Diyalizi ve Böbrek nakli ülkemizde ve diğer batı ülkelerinde tüm sağlık harcamalarının %2-3’ünü oluşturmaktadır. Tüm sağlık harcamalarının %2-3’ ü tüm nüfusun binde 3 ile 5 ine karşılık gelen bir gruba harcanmaktadır.
Böbrek hastalıkları engellenebilir, var olanların da ilerleyip tam böbrek yetmezliği haline dönüşümü geciktirilebilir. Özellikle yüksek riskli toplum kesimlerinde Şeker Hastalığı ve Hipertansiyonu olan lipid metabolizması bozukluğu olan şişman metabolik sendromlu hasta gruplarında basit tanı ve erken dönem tedavileri kişinin yaşamını bir kabus haline getiren bu hastalığı insanlığın da bir baş belası olmaktan çıkarabilir.
Dünya Böbrek Günü’nde her yıl küresel çapta bir ana konu belirlenmekte ve bu ana konuyu vurgulayan sloganlar medya ve sosyal medyada işlenmektedir.
Dünya Böbrek Günü’nün 2020 yılı için belirlediği “Böbrek Sağlığı Herkese, Her Yerde” sloganıyla, vurgulamak istediği temel konular şunlardır:
- 2040 ta dünyadaki en çok öldüren 5. Hastalık böbrek hastalıkları olacaktır.
- Dünyadaki her on kişiden birisi böbrek hastasıdır.
- Kronik böbrek hastalıklarının ortaya çıkışı ve ilerlemesi birincil, ikincil ve üçüncül düzeyde müdahalelerle engellenebilir.
- Bu konudaki en önemli husus; Hastalarda, profesyonellerde ve yöneticilerdeki eğitim ve farkındalık düzeyidir.
- Dünya Böbrek Günü, dünyadaki herkesin bu konuda savunucu, uyarıcı, eğitici olmasını ve farkındalığı artıracak her yöntemi medya, sosyal medya, kişisel çabalar vb. kullanmasını önermektedir.
- Organ bağışının önemi anlatılmalı ve bunun en iyi Böbrek yerine koyma tedavisi seçeneği olduğu vurgulanmalıdır.
- Sağlık otoritelerine toplumun farkındalığını artıracak ve gerekli önlemleri alacak uyarılarda bulunulmalıdır.
- Bugün dünya böbrek günü böbrekleriniz sağlıklı ne mutlu! Böbreklerinizin ne işe yaradığını öğrenin.
TUZ VE SAĞLIĞIMIZ
Sodyum klorür (NaCl) olarak adlandırılan sofra tuzu, saf haldeyken %40 sodyum ve %60 klorür iyonlarından oluşmaktadır. Tuz, yaşamsal önemi ve fizyolojik görevlerinin yanı sıra besinleri pişirme, koyulaştırma, lezzetini arttırma, yapısını ve duyusal özeliklerini geliştirme, koruma ve saklamada görev alır. Besinlerin tuzlanarak saklanması, mikroorganizmaların üremesine ve bozulmaya yol açan, besindeki su aktivitesini azaltarak, besinin uzun süre muhafaza edilmesini sağlar.
Besinlerin çoğunda doğal olarak bulunan sodyum, tuzla işlenmiş besinler, kabartma tozu ve karbonatta da mevcuttur.
Türk Gıda Kodeksi Tuz Tebliği’ne göre tuz, çıkarıldığı kaynağa göre; kaya tuzu, deniz tuzu, göl tuzu ve yer altı kaynak tuzu şeklinde, tüketimine göre ise gıda sanayi tuzu, sofra tuzu, işlenmiş tuz, sofrada öğütme tuz ve iri salamura tuz şeklinde sınıflandırılmaktadır. Ayrıca ülkemizde Tuz Tebliği’nde yer almayan Himalaya tuzu, ve dünyada gurme tuzları, sebzeli tuz karışımları, tütsülenmiş tuz, sarımsaklı tuz, baharatlı tuz gibi 3000’in üzerinde tuz çeşidi kullanılmaktadır
Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisine göre tüketilmesi gereken günlük tuz miktarı
5 g (1 silme tatlı kaşığı) ile sınırlandırılmıştır.
Toplumlara göre tuz tüketim miktarı değişmekle birlikte çoğu ülkede günlük tuz tüketimi 9-12 g/gün aralığındadır. Ülkemizde ise tuz tüketimi bu miktarların çok üzerindedir. 2008 yılında Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği tarafından yapılan, 1970 katılımcının dahil edildiği SALTürk çalışmasında ülkemizde tuz tüketimi ortalama 18 g/gün olarak saptanmıştır. SALTürk çalışmasında, tuz tüketimin obez, yaşlı, düşük eğitim düzeyi ve kırsal alanda yaşama ile ilişkili olduğu gösterilmiş ve yine bu çalışmada her 100 mmol/gün tuz tüketimi artışının kan basıncında artışa yol açtığı gösterilmiştir.
Bu çalışmadan sonra tuz tüketimini azaltıcı bir takım önlemler (halk bilinçlendirme toplantıları, ekmekte tuz oranının azaltılması vs.) alınmış ve takiben SALTurk-2 çalışması yapılmıştır. Bu çalışmada tuz tüketimin 14.8 g/güne gerilediği gösterilmiştir.
Aşırı tuz tüketimi yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları başta olmak üzere şişmanlık, şeker hastalığı ve bazı kanser türleri başta olmak üzere önemli halk sağlığı sorunlarına neden olmaktadır.
TUZ TÜKETİMİ:
Türkiye’de tuz aşırı miktarda tüketilmektedir. Bölgelere göre farklılık görülmekle birlikte günlük tüketim genel olarak önerilenin 2.5 - 3.5 katı kadardır. Toplam 5 g tuz 2000 mg sodyum içerir. Son yıllarda ülkemizde ekmek, peynir, salça, zeytin, kırmızı pul biber, işlenmiş et ürünleri (kavurma vb.) bunun gibi besinlerin tuz içeriğinde azalmaya ilişkin yasal düzenlemeler yapılmıştır.
*Yediğimiz tuzun büyük bir kısmı satın aldığımız hazır gıdaların içinde gizlidir.
*Gıdaların etiketlerini kontrol edin ve daha az tuz tüketimi için tercihlerinizi değiştirin.
ÖNERİLER:
1. Tuz tüketimi azaltılmalıdır. Günlük olarak 5 g’ı (1 silme tatlı kaşığı) geçmemeli ve iyotlu tuz kullanılmalıdır
2.Ambalajlı hazır besinlerin besin etiketinde yer alan monosodyum glutamat, sodyum nitrat, sodyum bikarbonat, sodyum sitrat, sodyum askorbat vb. tüm sodyumlu bileşiklerin tüketimine dikkat edilmelidir.
3. Yemek hazırlama, pişirme ve tüketim sırasında ilave edilen tuz miktarı azaltılmalıdır, hatta mümkünse tuz eklenmemelidir. Lezzet destekleyici olarak her yemeğe bir tutam tuz eklenmesinden vazgeçilmelidir.
4. Sofrada yemeklere tuz ilavesi yapılmamalı ve masadan tuzluk kaldırılmalıdır. Tuz yerine sofrada baharat ile tatlandırma tercih edilmelidir.
5. Hazır soslar, atıştırmalık ürünler, tuzlanmış kuruyemişler, turşu ve salamura, balık konserveleri, tuzlanmış, tütsülenmiş ve/veya salamura edilmiş et ve balık ürünleri ile aromalı/aromasız, doğal/doğal olmayan mineralli içecekler yüksek miktarda tuz içermeleri nedeniyle az tüketilmelidir.
6. Turşu, salça, tarhana, kurut, yaprak salamurası vb. yiyeceklerin tuz içeriği fazladır. Bu nedenle daha az tüketilmeli ve hazırlarken yüksek miktarda tuz kullanımından kaçınılmalıdır.
7. Salamura ürünlerin tuz içeriğinin azaltılması için suda yıkama ve bekletme gibi işlemler uygulanabilir.
8. Satın alınan işlenmiş ürünlerin etiket bilgisi mutlaka okunmalı, tuzsuz ya da tuzu azaltılmış ürünler tercih edilmelidir.
9. Ev dışı beslenmede yemeklerin mümkünse az tuzlu veya tuzsuz hazırlanması istenmelidir.
10. Tuz yerine doğal lezzet arttırıcılar (soğan, sarımsak, baharatlar, limon, sirke, biber vb.) kullanılmalıdır.
KAÇINILMASI GEREKEN AŞIRI TUZ İÇEREN BESİNLER
• Hazır soslar (soya, ketçap, barbekü, tartar, salsa, hardal, makarna vb soslar)
• Atıştırmalık ürünler (cips, tahıl bazlı bar, meyve bazlı bar, patlamış mısır gibi)
• Tuzlanmış kuruyemişler (fındık, fıstık, ceviz, badem, leblebi, kavurga, kabak ve ayçiçeği çekirdeği, her türlü çekirdek içi vb.)
• Turşu ve salamura besinler (siyah ve yeşil zeytin, sebze turşuları), balık konserveleri, tuzlanmış ve/veya salamura edilmiş et ve balık ürünleri
• Aromalı/aromasız, doğal/doğal olmayan gazlı/gazsız mineralli içecekler.
• Geleneksel olarak evlerde hazırlanan turşu, salça, tarhana, yaprak salamurası vb. besinler.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BESLENME VE DİYET BÖLÜMÜ
HASTANEMİZDE CORONA VİRÜS VAKASI GÖRÜLDÜĞÜ İDDİALARI İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI
Yeni koronavirus hastalığı (KOVİD-2019) salgını tüm dünyayı etkileyerek sürmektedir. Hastalığın başladığı Çin’de günlük yeni vaka sayısında ciddi anlamda düşüş yaşanmaya başlanmıştır. Ancak geçtiğimiz hafta Güney Kore, İran ve İtalya’da vaka sayılarında artış gözlenmiş, İtalya kaynaklı vakalar Avrupa, Orta ve Güney Amerika, İran’dan Ortadoğu bölgesine yayılmıştır. Almanya, İngiltere, Irak ta da artış görülmektedir. Sağlık Bakanlığı açıklamasına göre bugüne kadar 940 kişiye test yapılmış bugüne kadar test sonuçları negatif bulunduğu bildirilmiştir.
Geçtiğimiz hafta hastanemiz Acil Servis birimine son 14 gün içinde Almanya ve Tayland’dan gelen iki kuşkulu hasta yatırılarak önceden belirlenmiş olan izole odalarda izlenmiş, İzmir İl Sağlık Müdürlüğü aracılığıyla Ankara’ya gönderilen numunelerin negatif olarak sonuçlandığı bildirilmiştir. Hastanemizde yapılan testlerinde hastalardan birisinde mevsimsel influenza saptanmıştır.
Hastanemizde Dünya Sağlık Örgütü’nün Küresel Acil Durum ilan ettiği 30 Ocak 2020’den bu yana “Sağlık Bakanlığı Koronavirus Hastalığı-2019 Rehberi” doğrultusunda hazırlıklar yapılmış, öksüren hastalara maske takılması, son 14 gün içinde seyahat etme öyküsü sorgulanması, kuşkulu olguların belirlenen izole odaklarda değerlendirilerek gerekli işlemlerin yapılması planlanmıştır. Hastanede Çocuk ve Erişkin acil servisleri başta olmak üzere Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından eğitimler verilmiş, olgu izlem algoritması tanıtılmıştır. Bilgilendirme toplantıları sürmektedir.
Enfeksiyondan korunmak için gereken önlemler Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu önerileri doğrultusunda belirlenmiştir ve düzenli olarak paylaşılmaktadır. Başta İran, İtalya, Irak, Güney Kore ve Çin olmak üzere hastalığın yaygın olarak görüldüğü ülkelerden gelenlerin 14 gün boyunca evde kalmaları, kalabalıklara girmemeleri, solunum yolu enfeksiyonu bulguları varsa tıbbı cerrahi maske takarak hastaneye başvurmaları önerilmektedir. Öksürüp aksırırken ağız ve burun dirsek iç yüzü ile kapatılarak virüsü yayan damlacıkların ortaya saçılması engellenmelidir. Hasta olanlardan uzak durulmalıdır. Ülkemizde hasta olmayan kişilerin maske takmasını gerektiren bir durum yoktur. Ellerin kirlendiğinde su ve sabunla 20 saniye yıkanması en önemli enfeksiyon korunma yöntemidir. Sabun olmadığında eller alkol içeren el dezenfektanı ile ovulmalıdır. Kirli ellerle ağız, burun ve göze dokunulmamalıdır. N95 denilen özellikli maskeler halkın kullanımı için değildir. Hastaya aerosol oluşturan belli işlemler uygulanırken sağlık personelinin kullanımı amacıyla üretilmiştir.
Dengeli beslenme, düzenli uyku, düzenli egzersiz bağışıklık sistemini güçlendiren en temel alışkanlıklardır. Konuyla ilgili Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü, enfeksiyon hastalıkları uzmanlık derneklerinin açıklama ve bilgilendirmeleri izlenmeli, bunun dışında asılsız bilgilere itibar edilmemelidir. Dünyada 50’den fazla ülkede bildirilmiş olan bu hastalığın ülkemize de gelmesi beklenmektedir. Buna nedenle önlemlere uyulması son derece önemlidir.
BAŞHEKİM VEKİLİ
PROF. DR. SEMİH KÜÇÜKGÜÇLÜ
Yeşilay Haftası
Yeşilay haftası dolayısıyla açıklama yapan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç, tütün kullanımının bir hastalık olduğunu ve hekim eşliğinde tedavi edilmesi gerektiğini belirterek; “Halk arasında sigarayı bırakmanın irade ile ilgili olduğuna dair yanlış bir bilgi var, nikotin bağımlılığı irade ile kontrol edilebilen bir şey değil. Nasıl ki tansiyonu yüksek bir kişi iradesi ile 22 olan tansiyonunu 12’ye düşüremez ya da şeker hastası olan bir kişi 400 olan şekerini 90’a düşüremez; nikotin bağımlıları da, sigarayı bırakırken ortaya çıkan bir takım vücut tepkileri var, bu tepkileri irade ile kontrol etmek her zaman mümkün değil” dedi. Sigarayı bırakmak isteyenlere yönelik tavsiyeler veren Oğuz Kılınç, bu amaçla pazarlanan bilimsel olmayan yöntemler konusunda da önemli uyarılarda bulundu.
“İnternet ya da televizyon kanallarında sigarayı bıraktırdığı söylenen bir takım bitkiler ve akupunktur, hipnoz, biorezonans, moraterapi gibi ticari yöntemlerin bilimselliği yoktur. Tedavide uygun sonucu elde edebilmek için vatandaşların devletin kurumlarına, üniversitelerine, Alo 171 hattına kayıtlı sigara bıraktırma polikliniklerine başvurmaları daha doğru olacaktır” dedi.
Dokuz Eylül Üniversitesi hastanesinde Göğüs hastalıkları ve Aile Hekimliği Anabilim Dalları’nda sigara bırakma tedavilerinin uygulandığını belirten Kılınç; “İki polikliniğimizde de sağlık bakanlığı tarafından ruhsatlanmış, akredite edilmiş ve bilimselliği kanıtlanmış yöntemleri uyguluyoruz. Başvuran hastalarımıza önce bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz, ayda bir yapılan bu bilgilendirme toplantısından sonra kişilerin özelliklerine göre tedaviler planlıyoruz. Çünkü her sigara içen birbirinden ayrı, terzi işi bir tedavi planlıyoruz. Bu tedaviler başladıktan sonra da hastalarımızı takibe alıyoruz, ilk bir ay içinde iki kez olmak kaydıyla işler yolunda gidiyorsa ayda bir kez görerek 1 yıla kadar hastalarımızı takip ediyoruz, bu konuda destek oluyoruz” dedi.
Yardım almadan bırakmayı deneyenler çok ciddi zorluklar çekiyor
Mutlaka bir hekimden yardım alınması gerektiğini vurgulayan Kılınç, sözlerine şöyle devam etti: “Kendi kendine sigarayı bırakmayı denemek, anestezisiz diş çektirmek gibidir. Çok acı çekersiniz. Kendi kendine bırakmaya çalışanlar çok ciddi zorluklarla karşılaşabiliyorlar, bu da bu işi denemekten onları alıkoyuyor. “Ben denedim çok kilo aldım -Denedim çok gergin oldum -Sosyal ilişkilerim bozuldu-Ağzımda yaralar çıktı-Kabız oldum” gibi bir takım sıkıntılar nedeniyle bırakmayı denemekten vazgeçiyorlar. Hâlbuki bunları yaşamalarına gerek yok. Bunlar eğitimli hekimler tarafından, uygun tedavi ile ciddi yan etki yaşamadan kontrol edebildiğimiz süreçler. Biz sigaradan kurtulma sürecini kolaylaştırabiliyoruz. Bireysel çaba ile sigara bağımlılığından kurtulma oranları %3- %5 iken, bizim yöntemlerimizle sigaradan kurtulma oranları %50-60’a çıkıyor. Çok ciddi bir fark var.”
Günde 1 tane bile ölümcül
Kılınç; “Sigara içen kişiler hasta olmadan bundan kurtulmaları gerekiyor. Çünkü içmeye başladıkları andan itibaren hücresel düzeyde zararlanma başlıyor. Şöyle bir örnek vereyim. Düzenli olarak günde 1 sigara içen tek bir sigara içen insanda erkek cinsiyette kalp akciğer yaşı ana yaşının 28 yıl önüne geçiyor. Kadın cinsiyette ise bu 23 yıl. Yani bu ne demek? 30 yaşında sigara içen bir insansa herhangi bir şikâyet hissetmese de herhangi bir hastalık teşhisi konmasa da, bu insan yaşamından erkekse 28, kadınsa da 23 yıl kaybetmiş olduğundan, kalp akciğer yaşı erkekse 58 kadınsa 53 oluyor. İyi haber; sigaradan kurtulduktan 20 dk sonra kaybedilen yıllar geri kazanılmaya başlanıyor. Sigaradan kurtulmak istemeden önce bu kişiler bunu keyif davranışı, stresini yönetebilmek için bir araç, kilo alımını kontrol ettikleri bir tedavi gibi de algılayabiliyorlar. Hâlbuki, yaptıkları davranış çok ciddi bir risk faktörü. Sigara içen kişilerin sağlık risklerinin, içmeyen kişilere göre çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Mesela kalp krizi geçirme riski 10 kat daha fazla kanser riski 30 kat daha fazla, KOAH dediğimiz nefes darlığı ile giden hastalığın riski 15 kat daha fazla. Ama sigaradan kurtulduktan 20 dakika sonra bu riskler azalmaya başlıyor. Dolayısıyla yaptıkları davranışın keyif değil risk davranışı olduğunu bilip ona uygun şekilde davranırlarsa hekimin yardımıyla da tedavi ve diğer önerileriyle de bu risk maddesinden arınıp sağlıklı bir yaşama merhaba diyebilirler. Hastalık oluşmadan bunu terk ederlerse bundan kurtulurlarsa bizlerin yardımıyla bu kaybedilmiş olan yılların tümü 20 dakikadan itibaren geri kazanılmaya başlıyor. “İçiyorum ama zarar vermeyecek şekilde içiyorum-Dudak tiryakisiyim-İçime çekmiyorum-Dedem 80 yaşına kadar içti bir şey olmadı- benim tek kötü alışkanlığım bu-spor yaparak sağlıklı beslenerek bunun zararlarını ortadan kaldırıyorum” gibi bazı inanışlar var. Bu inanışların doğru olmadığını biliyoruz. Sigaranın zararlarından korunmak için tek bir yol var; sigarayı terk etmek, ondan kurtulmak, vücuda zehri almamak. Vücuda zehri aldıktan sonra bu zehrin etki etmesini engelleyecek hiçbir yöntem söz konusu değil. Onun için içenlere ben hastalıklarının farkına varmalarını ve tedavisi mümkün olan bu hastalık durumunu tedavi ettirmek için bizim polikliniklerimize ya da alo 171 de kayıtlı olan polikliniklere başvurmalarını öneriyorum” şeklinde konuştu.
DEÜ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KORONA VİRÜS TOPLANTISI KARARLARI
Hemodiyaliz Resertifikasyon sınavı ve Periton Diyalizi Resertifikasyon Sınavı
Nefroloji Bilim Dalı Hemodiyaliz Resertifikasyon Sınavı 22 OCAK 2020 tarihinde Saat: 10:00 Hemodiyaliz Merkezi Seminer Salonunda yapılacaktır.
Periton Diyalizi Resertifikasyon Sınavı 22 OCAK 2020 Saat :11:00 Hemodiyaliz Merkezi Seminer Salonunda yapılacaktır.
Diyaliz Eğitim Resertifikasyon Sınavına katılacak personel listesi aşağıdaki gibidir.
Dünya Anestezi Günü
İlk modern anestezi uygulamasının yapıldığı 16 Ekim 1846 “Dünya Anestezi Günü” olarak kabul edilmiştir. Aradan geçen 172 yılda anestezi uygulamaları için yan etkileri en az, uygulanmaları daha kolay olan ve antagonistleri bulunan modern anestezi ilaçları kullanılmaktadır. Ayrıca başlangıçta basit araç ve gereçlerle uygulanan anestezi; günümüzde teknolojideki gelişmelere parelel olarak modern anestezi cihaz ve monitörlerinin kullanıldığı bir “çalışma istasyonu” na dönüşmüştür.
Latince kökenli”an” ( olumsuzluk ifadesi) ve “estezi” (hissizlik) kelimelerinden oluşan anestezi herhangi bir cerrahi yada invaziv girişim esnasında hastaların geri döndürülebilir bir şekilde “bilinçsizlik, ağrısızlık ve reflekslerin olmaması” olarak tanımlanır. Anestezi doktorluğu 6 yıl Tıp Fakültesi ve 5 yıllık bir uzmanlık eğitimi sonrasında elde edilen tıbbi bir bölümdür. Anestezi uzmanları çoğunlukla ameliyatanelerde hastalara hizmet verirken son zamanlarda ameliyatane dışı girişimlerde ör: endoskopik girişimler, MR çekimleri, kalp kapak ameliyatları, psikiyatrik hastalıkların tedavisi gibi, girişimlerde de hizmet vermektedir. Ayrıca anestezi bölümlerinde “ yoğun bakım” ve “ağrı” yandal uzmanlıkları bulunmaktadır.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD, üniversitemizin ilk kuruluş yılı olan 1978 yılından beri uzmanlık eğitimi vermekte ve hastanemizdeki anestezi uygulamalarını gerçekleştirmektedir. Prof. Dr. Emel Sağıroğlu tarafından kurulan Anestezi bölümü kurulduğu yıllardan günümüze kadar hasta ve çalışan güvenliğini ön planda tutmayı, ayrıca çevre kirliliğini önlemeyi hedefleyen uygulamalarıyla hastalarımızın sağlığına kavuşmasını kendisine misyon edinmiştir. Anestezi bölümünde ameliyatane ve ameliyatane dışı anestezi uygulamaları, yoğun bakım ve ağrı ünitesi tedavileri yanında poliklinik hizmeti verilmektedir. Ameliyat yada herhangi bir invaziv girişim geçirmesi planlanan hastalar öncelikle anestezi polikliniğinde muayene edilir. Kendilerinden geçirecekleri girişime uygun olan laboratuvar tetkikleri, gerekliyse başka bölümlerden (ör: kardiyoloji) görüşleri alındıktan sonra hastalara uygulanması planlanan anestezi yöntemleri (ör: genel, bölgesel, lokal, sedo- analjezi) hakkında bilgilendirilir ve kendilerinden “ bilgilendirilmiş onam” alınır. Planlanan tarihte 6-8 saatlik bir açlık süresi sonrasında ilgili yerlerde gerekli anestezi yöntemi anestezi doktoru tarafından uygulanır. İşlem öncesi, işlem sırası ve sonrasında sürecin hatırlanmaması, ağrı duyulmaması gibi istekler anestezi doktorunun sorumluluğundadır. Bir girişim esnasında operatör, anestezi doktoru, hemşire ve yardımcı sağlık personelleri bir ekip çalışması ile hastaların sağlıklarına kavuşmasını hedeflemektedir. Bu ekip çalışması içerisinde anestezi doktorlarının en önemli yardımcıları anestezi teknikerleridir.
İyi anestezi uygulaması beklentisi olan hastalarımızın girişimler öncesi anestezi doktorunu tanıması ve hatta seçmesi en doğal hakkıdır.
16 Ekim Dünya Anestezi Günü dolayısıyla tüm meslektaşlarımın gününü en içten duygularımla kutlarken, girişim geçiren yada geçirecek olan tüm hastalarımıza geçmiş olsun dileğimi iletirim.
Saygılarımla
OSTEOARTRİT (EKLEM KİREÇLENMESİ)
OSTEOARTRİT (EKLEM KİREÇLENMESİ)
Osteoartrit (OA) sıklıkla yaşlılarda görülen, yavaş seyirli, tek bir eklemi tutulum gösteren veya birçok eklemde tutulum gösterebilen, özellikle yük taşıyan sinoviyal eklemlerde ilerleyici olarak ortaya çıkan, eklem kıkırdağı ile eklem kıkrıdağı altındaki kemikte yapım ve yıkım olayları arasındaki dengenin bozulması sonucu gelişen dinamik bir hastalık sürecidir. Eklem kıkırdağında yumuşama ve kıkırdak dokunun birbirine tutunumunun bozulması, eklem kıkırdağı altındaki kemikte artmış yeni kemik oluşumu ve yeni oluşan kan damarları ile damarlanmanın artışı, eklem kenarındaki kıkırdak ve kemikte büyüme gibi reaktif olaylar ve eklem kapsülünde sertleşme ile karakterize kronik, dejeneratif bir hastalıktır.
Osteoartrit tüm dünyada en sık görülen ve fiziksel bozukluğa yol açan eklem sorunudur. Tüm ırkları ve her iki cinsiyeti etkiler. Geriatrik hastalarda kas iskelet sistemi kaynaklı özürlülük ve ağrının en sık nedenidir. Hastalığın yaygınlığı ve hastalığın ciddiyeti yaşla birlikte artar, yaşa göre kadın erkek oranı farklılık gösterir. Elli yaş öncesi erkeklerde daha fazla görülürken, 50 yaş sonrası kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülür. 55 yaşın üzerindeki kişilerin %80’inden fazlasında osteoartrite ait radyografik bulgular saptanır. Osteoartritten etkilenen bireylerin %20 kadarı ise belirgin şekilde özürlüdür.
Osteoartritli yaşlılarda yaşam kalitesi oldukça düşüktür. Dünya sağlık örgütüne göre dünyada ömrün uzamasına bağlı olarak OA görülme oranı gelecek yıllarda daha fazla artış gösterecektir. OA en sık kalça, diz, el, omurga ve ayak bileği gibi yük binen eklemlerde görülmekle beraber bütün sinoviyal eklemleri tutabilir.
Klinik olarak Osteoartrit başlangıçta yavaş ve sinsi seyirlidir. Çoğu kez patolojik ve radyolojik osteoartrit özellikleri gösteren birçok eklemde hiçbir klinik yakınma olmayabilir. Bu yüzden hasta, hastalığın ne zaman başladığını belirleyemez. Hastalık semptom vermeye başladığında gözlenen yakınmalar ağrı, tutukluk, hareket kısıtlılığı şeklinde olabilir. Bu tür semptomlar kişiler tarafından hissedilmeye başladığı zaman teşhis ve tedavi için Ortopedi ve Fizik Tedavi kliniklerine başvurulması gerekmektedir.
KURULTAYA DAVET
KURULTAYA DAVET
Türk Tıp Dünyası Kurultayının altıncısını 29-31 Ekim 2019 tarihleri arasında İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayelerinde ve Bakanlığımız ev sahipliğinde gerçekleştiriyoruz.
Ana teması “Biyoteknoloji” olarak belirlenen kurultayımıza katılımlarınız bizleri onurlandıracaktır.
Biyoteknoloji terimi günümüzde "Bilgi birikimi, ürün ve hizmet üretimi amacıyla canlı ya da cansız organizmaların değiştirilmesi için bilim ve teknolojinin canlı organizma, parça, ürün ve modellere uygulanması" işlemlerinin tamamını ifade etmek içim kullanılmaktadır. Birçok alanda olduğu gibi biyoteknolojideki gelişimin yönünü insanın değişimi belirlemektedir. İnsanların yaşam tercihlerinin ve alışkanlıklarının değişmesi, yaşam sürelerinin uzaması, bağışıklık düzeylerinin değişmesi ve çevresel etkenler özellikle sağlık biyoteknolojisinin sürekli bir değişim ve yenilik içerisinde bulunmasını gerektirmektedir.
Sağlık alanındaki gelişmelerin neticesi ile yaşam süresi uzamakta, erken ölümlerin önüne geçilebilmektedir. Dolayısıyla nüfusun artış eğilimi ile sağlık hizmetlerinde oluşan ihtiyacın hızlı giderilmesi, biyoteknoloji alanındaki yatırımların artırılması ve bunların sonucu olarak ürüne dönüşebilen Ar-Ge çalışmalarının gerçekleşmesi ile olacaktır. Bu nedenle gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de biyoteknoloji alanında yapılan Ar-Ge çalışmalarına ayrılan bütçeler her sene artmaktadır. Türkiye’de 2017 yılında GSYİH’nin yaklaşık %1’i Ar-Ge harcamalarına ayrılmıştır.
Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren sağlıkta dönüşüm hamlesi ile başlattığı reform çalışmaları ile sağlık uygulamaları vizyonunu genişletmiş ve küresel alanda söz sahibi olan bir ülke konumuna gelmek için önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Gerek kamuda, gerekse özel sektörde bulunan araştırma altyapılarının faaliyet alanları ve yürütülmekte olan çalışmalar, dünyada sağlık biyoteknolojisinde izlenen yol ve yaklaşımlarla büyük oranda paralellik göstermektedir.
6. Türk Tıp Dünyası Kurultayında odak noktaları olarak;
• Metabolik Hastalıklar,
• Kişiselleştirilmiş Tıp,
• İlaç Geliştirme,
• Aşı Geliştirme,
belirlenmiştir.
Kurultaya, ülkemizden ve yurt dışından katılacak olan akademisyenler, biyoteknoloji alanındaki gelişmeleri ve akademik çalışmaları paylaşacak ve karşılıklı görüş alış-veriş imkanı bulacaklardır. Bundan önceki beş kurultay gibi bu seneki kurultayın da çok faydalı olacağına inanmaktayım. 6. Türk Tıp Dünyası Kurultayına kıymetli katkılarınız ile katılmaya davet eder, saygılarımı sunarım.
Dr. Fahrettin KOCA
T.C. Sağlık Bakanı
Kurultay Onursal Başkanı
Dünya Üroloji Haftası
Ürolojik rahatsızlıklar konusunda hem farkındalık yaratma hem de toplum bilincini oluşturma amacını taşıyarak tüm Dünya’da eylül ayının son haftası üroloji haftası olarak kutlanır.
Üroloji bölümü hastalarının büyük çoğunluğunu ileri yaş erkek hastalar oluşturmakla birlikte, yanlış bilinenin aksine gerek erkek gerekse kadın cinsiyette doğum öncesi dönemde dâhil olmak üzere tüm yaş gruplarından hastalar üroloji bölümünün ilgi alanına girmektedir.
Dünya nüfusunun giderek yaşlandığı göz önüne alındığında ürolojik hasta populasyonunun da artması beklenmektedir. Pek çok hastalıkta olduğu gibi özellikle prostat, böbrek, mesane ve testis gibi ürolojik kanserlerde erken tanı tedavi şansını oldukça önemli oranda artırmaktadır. Bu tür hastalıkların erken aşamasında herhangi bir belirti ve semptom olmayabilir. Bu nedenle herhangi bir yakınma olmasa bile belirli yaşlardan sonra yıllık rutin ürolojik kontrol erken tanı açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle ileri yaş erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıklıkta görülen prostat kanseri açısından rutin kontrol yapılmalıdır. Ailesinde prostat kanseri olanlar kırklı yaşlardan sonra, ailesinde kanser olmayan erkeklerde ise elli yaşından sonra rutin kontrol oldukça önem taşımaktadır. Ayrıca idrarda kanama, ağrı ve zorlanma gibi şikâyetlerin varlığında zaman kaybetmeden doktora başvurmak erken tanı açısından önemli olan diğer bir unsurdur.
Prof. Dr. Ömer Demir
Üroloji Anabilim Dalı
30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlaması
DEÜ HASTANESİNDE GÖREV DEĞİŞİKLİKLERİ
DEÜ Hastanesi üst yönetiminde görev değişikliği gerçekleştirildi.
Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat CELİLOĞLUNUN vekâletinde olan Başhekimlik makamına Başhekim Yardımcılarımızdan Prof. Dr. Semih KÜÇÜKGÜÇLÜ Başhekim V. olarak görevlendirildi.
Hemşirelik hizmetlerinde yapılan görev değişikliğinde ise DEÜ Hastanesi hemşirelerinden Emre YILDIZ Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğüne, Aylin ÇANDARLI, Melike DURAN ve Özlem AKIN Hemşirelik Hizmetleri Müdür Yardımcılığı görevine getirilmiştir.
Başhekimlik binasında yapılan görev teslim törenine, hastane üst yönetiminden Başhekim V. Prof. Dr. Semih KÜÇÜKGÜÇLÜ, Başhekim Yardımcıları Prof. Dr. Figen COŞKUN ve Doç. Dr. Serdar BAYRAK; Genel Sekreter Yardımcısı ve Hastane Başmüdürü Dr. Yunus Emre DİNÇASLAN’nın katılımının yanı sıra, hastanemizde görev yapmakta olan Hemşirelik Hizmetleri müdür ve müdür yardımcıları, hemşireler ve personeller de katılım sağladı.
HASTANEMİZDE DİJİTAL BİLGİ ALMA ZAMANI
Hastanemizin bir çok yerinde kullanılması planlanan ‘’KİOKS’’ cihazları, hasta ve yakınlarının bilgi alma ve sonuç takip etme isteklerini karşılamak için kuruldu.
Erişkin ve Çocuk Acil Servislerimiz, Poliklinikler, Laboratuvar gibi sonuç ve bilgi almaya yönelik alanlara yerleştirilen Kioks cihazları hasta ve hasta yakınlarının kullanımına sunuldu.
Kan sonuçlarını görme, randevu sırası alma gibi kolaylaştırıcı hizmetler sunması için planlanan Kioks cihazlarının, hasta bilgi alma sistemini kolaylaştırması ve hizmet kalitesini artırması beklenmektedir.
Kurban Bayramınız Kutlu Olsun
S
Minik Ellerden ŞİDDETE HAYIR!
Kütahya – Ümran Aygen İ.Ö.O ‘unda görev yapan müzik öğretmeni Özlem OYMAN ÖZORAK, yakınlarının DEÜ Hastanesi Acil Servis biriminde tedavi gördüğü sırada, servis içerisindeki ‘’Sağlıkta Şiddete Hayır’’ posterlerinin dikkatini çektiğini ve fedakârca çalışan sağlık çalışanlarına karşı yaşanan şiddet olaylarına üzüntü duyduğunu dile getirdi.
Konu ile ilgili farkındalık yaratmak ve ayrıca memnuniyetini de dile getirmek adına, Özlem Öğretmen görev yerine döndükten sonra 2. sınıf ilköğretim öğrencileri ile bir çalışma yaparak bir tablo yaratmışlar.
Bu minik kalplerden gelen tablo ile ilgili, Başhekim Yardımcımız ve Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Figen COŞKUN ‘’Bizim için paha biçilemez değerde olan bu tabloyu, öğrencileri adına bizlere takdim eden sevgili öğretmenimiz Özlem
OYMAN ÖZORAK’a sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kütahya’da küçücük kalplerden gelen bu sevgi dolu tablo hepimizin içini ısıttı. Sevgili Özlem öğretmen ve tüm duyarlı öğretmenlerimize hitaben ‘Yetiştirdiğiniz yeni nesillerin sadece sağlık çalışanlarına değil her türlü şiddete HAYIR diyeceğine eminiz’’ diyerek duygularını paylaştı.
Uzm. Diyetisten Ferya BERTAN’ın İsmi Ölümsüzleştirildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanemizde Uzman Diyetisyen olarak görev yapan ve geçtiğimiz aylarda elim bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybederek aramızdan ayrılan Uzm. Diyetisyen Ferya BERTAN’ın ismi,
DEÜ Hastanesi Diyet Polikliniğine verildi.
Uzm. Diyetisyen Ferya BERTAN’ın isminin verildiği poliklinik DEÜ Hastanesi üst yönetiminden Genel Sekreter Yardımcısı ve Hastane Başmüdürü Dr. Yunus Emre DİNÇASLAN’ın, Hastane müdürlerinin,
Birim amirlerinin, Merhume Ferya BERTAN’ın yakınlarının ve çalışma arkadaşlarının katıldığı bir organizasyon ile kullanıma açıldı.
Duygusal anların yaşandığı poliklinik açılışında ailesinin ve çalışma arkadaşlarının Ferya BERTAN ile olan hatıraları konuşularak anıldı.
Merhume Ferya BERTAN için, hastane yönetimi, akrabaları ve çalışma arkadaşları ile dua edilerek, isminin polikliniğimizde daimi olarak kalacağı belirtildi.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı’na Akreditasyon Belgesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı olarak 2018 yılı sonunda uzmanlık eğitimi akreditasyonu için başvuruda bulunmuştur. Bu süreçte anabilim dalımızın tüm eğitim ve bilimsel faaliyetlerini içeren kapsamlı bir rapor hazırlanmıştır. 9 Ocak 2019’da Türkiye Fiziksel Tıp Rehabilitasyon Yeterlilik Kurulu başkanı Prof. Dr. Dilşad Sindel, Türkiye Fiziksel Tıp Rehabilitasyon Derneği başkanı Prof.Dr. Ayşegül Ketenci, Yeterlilk Kurulu komisyon üyesi Prof. Dr.Birkan Sonel Tur ve Türk Tabipleri Birliği Temsilcisi olarak da Prof. Dr. Oya İtil ‘den oluşan akreditasyon kurulu tarafından anabilim dalımız ziyaret edilmiştir. Tüm uzmanlık öğrencileri ve öğretim üyeleri ile ayrı ayrı görüşmeler yapılmış ve anabilim dalımızın tüm üniteleri yerinde değerlendirilmiştir. Akreditasyon kurulu bu süreçte ayrıca Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Celiloğlu ile de görüşerek akreditasyon süreci ile ilgili geri bildirimde bulunmuştur. Başarılı geçen bu ziyaret sonrasında anabilim dalımız uzmanlık eğitimi 10 yıl süre ile akredite olmuştur.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Hakkında
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı 1980 yılında Prof. Dr. Mete Alpbaz ve Prof. Dr. Sema Öncel tarafından kurulmuştur. Bölgesel ağrılar ve tedavileri, osteoporoz, ortopedik rehabilitasyon, nörolojik rehabilitasyon, pediatrik rehabilitasyon, spinal kord yaralanmaları, lenfödem, romatolojik hastalıklar dahil olmak üzere alanında deneyimli bir kadroya sahip olan anabilim dalımız bünyesinde tanısal olarak elektromyografi ve kas-iskelet ultrasonografisi birimi de bulunmaktadır. Otuz üç yataklı servisimizde ve yeni açılan ayaktan hasta tedavi birimlerimizde hizmet verilmektedir. Anabilim dalımız kadrosu şu anda on öğretim üyesi, bir uzman ve 9 araştırma görevlisinden oluşmaktadır.
Uzmanlık eğitimi süresince, kas-iskelet sistemi problemleri, nörolojik hastalıklar, amputasyonlar, pelvik organ fonksiyon bozuklukları, kardiyopulmoner yetmezlik, kronik ağrı ve kansere bağlı özürlülük gibi akut ve kronik problemlere bütünsel olarak yaklaşabilen; tüm yaş gruplarında özürlülüğe yol açan tıbbi durumların ve bunlara bağlı olarak oluşan hastalık halinin önlenmesi, teşhisi, tedavisi ve rehabilitasyonunda yetkin uzman hekimler yetiştirilmektedir.
Prof. Dr. Özlem El
D.E.Ü Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı
Çevre Ve Temizlik Konusuna Farkındalık Hareketi
DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi yönetimi, çevre ve temizlik konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla personel ve öğrencilerle birlikte etkinlik düzenledi.
Bu etkinliğe DEÜ Hastane Başhekim V. ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Celiloğlu, Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Figen Coşkun ve Prof. Dr. Semih Küçükgüçlü, Tıp Fakültesi Dekan Yardımcıları Doç. Dr. Sefa Kurt ve
Doç. Dr. Başak Baykara, Genel Sekreter Yardımcısı ve Hastane Başmüdürü Dr. Yunus Emre DİNÇASLAN ve Hastane Müdürleri katıldı.
Çevre ve temizlik konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla düzenlenen etkinlik kapsamında, hastane bahçesinde bulunan çöpler toplandı.
Renkli görüntülerin yaşandığı etkinlikte, Hastane Yöneticileri ve Müdürleri herkesi temizlik konusunda duyarlı olmaya davet etti.
PSİKİYATRİ SERVİSİNDE EL EMEĞİ GÖZ NURU ESERLERE YOĞUN İLGİ
Balçova Halk Eğitim Merkezi’nin, DEÜ Psikiyatri Servisi içerisinde açmış olduğu kursların, yıl sonu sergisine bu sene de ilgi büyüktü. Her yıl sonunda düzenlenen bu etkinlik kapsamında; hastaların terapi amaçlı yaptıkları el sanatları eserlerinin tanıtıldığı açılış kokteyli yoğun ilgi gördü.
DEÜ Psikiyatri Servisi uğraş odasında düzenlenen sergi açılışına Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Semih Küçükgüçlü, Psikiyatri A.B.D Başkanı Prof. Dr. Beyazıt Yemez, Psikiyatri A.B.D Öğretim Üyeleri, Hastane Yönetici ve Müdürleri ve çok sayıda davetli katıldı.
Açılışta konuşma yapan eğitimci Eda Öztutucu ve Adile Atav, hastalar tarafından üretilen ahşap boyama ve takı tasarım gibi el sanatlarının sergilendiği ürünlerin satışıyla elde edilen gelirlerin, kursiyerlere katkı sağladığını ifade etti. Serginin 3 gün boyunca açık kalacağı kaydedildi.
İLKLERİN ÜNİVERSİTESİ DEÜ’DEN BİR İLK DAHA ‘’CAN KURTARAN HORTUMU’’
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi personel, hasta ve hasta yakınlarının can güvenliğinin önemine dikkat çekerek güvenliği üst seviyede tutmaya devam ediyor.
Türkiye’de öncü üniversite kimliğini koruyarak taşımaya devam eden DEÜ, Sağlık Kampüsü içerisinde bulunan ‘’Onkoloji Hastanesi’’ ne yapımı planlanan ‘’Can Kurtaran Hortumunun’’ tanıtımını gerçekleştirdi.
Hastane bünyesinde bulunan ‘’HAP Koordinasyonu(Hastane Afet Planlama) ve Sivil Savunma’’ görevlileri ile birlikte hastane yönetimininde katılım sağladığı tanıtım etkinliği, çevrede bulunan hasta ve yakınları tarafındanda ilgi ile karşılandı.
‘’Can Kurtaran Hortumu’’ 112.5 Metre yüksekliğe kadar kurulabilen bir sistem olması ile birlikte 15 Metre yükseklikte 10 dk içerisinde yaklaşık 150 kişi tahliye edebilecek kapasitede.
Yangın, patlama vb. durumlarda 2000 derece ısıya kadar dayanabilen ‘’Can Kurtaran Hortumu’’ ışık ve hava alan yapısı ile kapalı alan problemi olan kişiler içinde kullanıma uygun hale geliyor.
10 Kg altı bebeklerin ebeveynleri ile kullanımı uygun olan sistemin yaş, kilo ve engelli birey kısıtlaması bulunmuyor.
Hastaları yatakları ile birlikte tahliye edebilecek sistemde entegre edilebilen ‘’Can Kurtaran Hortumu’’ Türkiye’de üniversite olarak ilk defa Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinde kullanılacak.
Dünya Çevre Günü
Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında; DEÜ Bioİzmir Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde fidan dikim etkinliği düzenlendi. Düzenlenen etkinliğe DEÜ Hastanesi Başhekimliği, Bioİzmir Müdürlüğü ve DEÜ Personelleri katılım gösterdi
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA LÖSEMİ
Prof. Dr. Hale Ören
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji BD, İzmir
Çocukluk çağı kanserleri görülme sıklığı açısından değerlendirildiğinde ilk sırada lösemiler yer alır (%30-%40). Erişkinlerden farklı olarak çocukluk çağında lösemilerin büyük çoğunluğu akut lösemidir; akut lenfoblastik lösemi (ALL) daha sık gözlenir. Yıllık insidans 100,000’de 3-4 olarak bildirilmektedir. ALL görülme sıklığı özellikle 2-5 yaş arasında artış göstermektedir. ALL erkeklerde kızlara göre daha fazla saptanır. Çocuk ve ergenlerde akut miyeloid lösemi (AML) lösemilerin %20’sini oluşturur. İnsidansı her yıl milyonda 5-7’dir. İlk iki yaş insidansın en yüksek olduğu yaştır (milyonda 11). Ergenlik döneminde sıklık yeniden artış gösterir (milyonda 9). Kız ve erkeklerde eşit oranlarda izlenir.
Çocukların çoğunda lösemi gelişimini açıklayabilecek bir risk faktörü yoktur. Ancak bazı olgularda kalıtsal ve kazanılmış predispozan risk faktörleri saptanabilir. Prenatal dönemde alkol, pestisidler, topoizomeraz II inhibitör içeren yiyecekler ve viral enfeksiyonlara maruziyet lösemiye yol açabilir. Çeşitli kromozom anomalileri lösemiye yatkınlık yaratır. En sık Down sendromu AML’ye transforme olur. Kazanılmış risk faktörleri arasında iyonize radyasyon, bazı ilaçlar, petrol ürünleri, benzen gibi organik maddeler, herbisid ve pestisidler sayılabilir. Lösemi gelişimi için günümüzde “iki vuruş” modeli daha çok kabul görmektedir; önce birinci, sonra ikinci etkenin genetik instabiliteye neden olduğu ve sonuçta lösemiyi başlatan hücrelerin ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Akut löseminin başlangıç bulguları kısa sürelidir ve farklılıklar gösterebilir. Hastalar sıklıkla iştahsızlık, halsizlik, yorgunluk, irritabilite, intermitant ateş, kemik ağrısı ve solukluk nedeniyle getirilir. Hastalık ilerledikçe kemik iliği yetmezlik bulguları ve kemik ağrıları belirgin hale gelir. Organ infiltrasyonu nedeniyle lenfadenopati, hepatosplenomegali, testislerde büyüme, solunum sıkıntısı ve santral sinir sistemi bulguları gelişir.
Fizik muayenede solukluk, halsizlik, purpura, peteşiler, mukoz membran kanamaları, lenfadenopati, hepatosplenomegali, kemik veya eklem ağrıları genellikle vardır. Solunum distresi ön mediastinal kitle veya anemi nedeniyle gelişebilir.
Hastaların bazılarında tanıda santral sinir sistemi bulguları izlenebilir. Trombositopeni ve koagülopatiye bağlı serebral hemoraji, lökositoza bağlı infarktlar gelişebilir. Erkek hastaların %10-23’ü kadarında tanıda testis tutulumu olabilir. Renal tutulum hematüri, hipertansiyon, böbrek yetmezliği; GİS tutulumu kanama, tifilit; kemik tutulumu osteolitik lezyonlar, tranvers metafizyel radiolusent bandlar şeklinde görülebilir. Kardiyak tutulum %5 hastada semptomatiktir, %30 kadar hastada otopsi ile kardiyak tutulum olduğu bildirilmektedir.
Kemik iliği yetmezliğine ait bulgular ve periferik kan bulguları lösemiyi düşündürür. Klinik ve laboratuvar bulguları dikkatlice değerlendirilmelidir. Lösemiden şüphelendiğinde öncelikle kemik iliği incelemesi yapılmalıdır.
Lösemi tedavisiz ölümcül bir hastalıktır. ALL’de genel sağkalım %80’i aşmıştır. AML’de genel sağkalım tüm tedavilere rağmen %60 dolayındadır. Son yıllarda risk grupları ve submikroskopik düzeyde blast sayısını gösteren minimal kalıntı hastalık taranarak uygulanan protokoller sonucunda beş yıllık genel sağkalım artırılmıştır. Farmakogenomik ve farmakodinamik özellikler de hastaların izlem ve sağkalımlarını etkileyen önemli faktörlerdir. Özellikle yüksek risk, refrakter veya relaps yapmış hastaların tedavisinde KT ile birlikte kullanılabilecek hedefe yönelik tedavilerin etkinliği çocukluk çağı lösemisinde çeşitli çalışmalarla araştırılmakta ve bu potansiyel tedavi yaklaşımları ile özellikle relaps/refrakter hastalarda sağkalım oranlarının yükselebileceği düşünülmektedir. Tedavi sonrası hastalar geç yan etkiler ve hastalığın tekrarı açısından sık kontrollerle değerlendirilmektedir.
HİPERTANSİYON: ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI
Vücudumuzda dolaşmakta olan kan damar duvarlarına belirli bir basınç uygulamaktadır. Peki bu basınç nasıl ölçülür ve hangi değerler normaldir? Ülkemizde hemen herkesin bildiği gibi kan basıncımız, diğer bir değişle tansiyonumuz kolumuza takılan bir manşonla ölçülmektedir ve normalde bu değer 120/80 mmHg’yı geçmemelidir. Bunun üstündeki değerler normal dışı kabul edilerek mutlaka hekim kontrolü gerektirir. Tansiyonumuzun 140/90 mmHg’nin üstünde olması ise kesin hipertansiyon olarak kabul edilmektedir. Hipertansiyon tanısının doğru ortaya koyulabilmesi için tansiyon ölçümlerinin sadece bir kere yapılmaması, hekimlerin önerilerine göre takip edilerek birden çok ölçüm esas alınması gerektiği unutulmamalıdır.
Hipertansiyon değimi, kanın vücudumuzda dolaşırken damar duvarlarına yüksek basınç uygulamasıdır. Kanın damarlarda sürekli yüksek basınçta dolaşması ne gibi sorunlara yol açmaktadır? Hipertansiyonu bu kadar önemli bir toplum sağlığı sorunu olmasının nedeni, ölüme sebebiyet veren hastalıklar içinde hipertansiyonun tek başına en sık görülen hastalık olmasından kaynaklanmaktadır. Bir kişide sürekli olarak hipertansiyon bulunması kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere böbrek yetersizliği ve diyaliz, beyin kanaması ve felç gibi ciddi hastalıklara zemin oluşturmakta başka bir değişle davetiye çıkarmaktadır. Günümüzde insan ömrünün uzaması ile birlikte kronik hastalıklar ve bu hastalıkların etkin tedavisi giderek daha önemli bir sorundur. Bu kronik hastalıkların başında da hipertansiyon yer almaktadır. Hipertansiyonun Türkiye’de görülme sıklığı son derece yüksek olup son yayınlarda 140/90 mmHg değeri temel alınan çalışmalarda erişkin nüfusun yaklaşık %31-32 sinde hipertansiyon hastalığı mevcuttur. Yaşla beraber görülme sıklığının artması nedeniyle 70 yaşından sonra 3 kişiden 2’sinde hipertansiyon görüldüğü bilinmelidir.
Yüksek tansiyon baş ağrısı, burun kanaması, nefes darlığı gibi belirtiler vermekle birlikte çoğunlukla hiç bir belirti vermeden sinsi bir biçimde ilerlemektedir. Bu nedenle birçok hastada sinsi seyreden hastalık ancak vücudun çeşitli organlarına zarar verdiği zaman ortaya çıkmış gibi algılanmaktadır. Türkiye’de hastaların ortalama ancak %55’i hipertansiyonu olduğunu bilmektedir. Tanı konulamayan hastalar ise maalesef tedavisiz kalmaktadır. Bu gerçek ışında hipertansiyonu olan hastaların olabildiğince tamamı saptanarak tedavi edilmeleri gerekmektedir. Bu ne kadar çok hastada mümkün olursa toplumda hipertansiyona bağlı gelişebilecek birçok hastalığın önlenmesinde de o kadar başarılı olunacaktır.
Hipertansiyon gelişimini önlemek için düzenli ve sağlıklı beslenmenin yanında aktif bir yaşam tarzı benimsenmelidir. Hipertansiyonu olan bireylerin ise fazla kilolarından kurtulması, tuz tüketiminin azaltması, sigara ve alkol kullanımını bırakması ve düzenli fiziksel egzersiz yapması başlıca yaşam şekli değişiklikleridir. Bu yaşam şekli değişiklikleri bile birçok hastada hipertansiyonu kontrol altına almakta yeterli olabilir. Yeterli olmadığı durumlarda ise doktor gözetiminde kişiye özgü ilaç başlanarak hastaların takip edilmesi uygun olacaktır.
Hemşirelik Haftası
Uluslararası Hemşireler Birliği (ICN) her yıl, hemşirelik haftası boyunca tüm ülkelerde tartışılması ve farkındalık yaratılması için bir tema belirlemektedir. Bu yıl temamız “Hemşireler, Herkes İçin Sağlık Hedefine Ulaşmada Öncü Ses”tir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de, dünyadaki en büyük sağlık mesleği olan ve sağlık hizmetinin sunulduğu her alanda çalışan, Herkes için Sağlık vizyonunu elde etmek için uygun bir şekilde kullanıldığında büyük potansiyele ve değere sahip olan
Hemşirelerin; sağlık hizmeti sunan ekibin kalbi durumunda olduğunu belirtmiş ve Florence Nightingale‘in 200. doğum yılı olan 2020 yılını Hemşirelik ve Ebelik Yılı ilan etmiş ve 2020 yılı sonuna kadar sürecek "HEMŞİRELİK ŞİMDİ! " kampanyasını başlatmıştır. Bu kampanyanın amacı, 21. yy’ın sağlık hedeflerine ulaşma konusunda hemşireleri daha etkili hale getirmek için onları güçlendirmektir.
Modern hemşireliğin kurucusu kabul edilen Florance Nightingale'in doğum günü olan 12 Mayıs, tüm dünyada "hemşireler günü" olarak kutlanmaktadır. Bu özel gün, hemşirelerin toplum sağlığına verdiği ve verebileceği önemli katkıları herkese anımsatmak için kutlanmakta; hemşirelik haftası boyunca hemşirelik mesleğinin toplum yararına gelişiminin önündeki engellere, toplumun ve ilgililerin dikkati çekilmektedir.
Hemşirelik, günümüz teknolojilerinin ve tıp biliminin ilerlemesi ile önemli aşamalar kaydederek bir dizi hızlı ve çarpıcı değişim geçirmiştir. Başlangıçta sadece fiziksel gereksinimlerin giderilmesi ile ilgilenirken giderek, hasta ya da sağlıklı bireyi bütüncül bir şekilde değerlendirmeye başlayan, uygulama alanlarını ve sorumluluklarını genişleterek, hastalığa odaklanan bir meslekten, sağlığa odaklanmış, özerk bir mesleğe dönüşen Hemşirelik, bu gün sağlık sisteminin vazgeçilmez bir unsurudur.
Hemşirelik hizmetlerinin her kademesinde aldığı görevi, disiplinli, sabırlı, hoşgörülü, şefkatli tutumları ve sorumluluk bilinciyle, insan hayatının kutsallığından ödün vermeksizin büyük bir özveri ile tüm hemşirelerin 12 Mayıs Hemşirelik Haftası KUTLU OLSUN……
Dünya El Hijyeni Gününde 2018 yılı El Hijyeni Şampiyonu Kliniklerimize Teşekkür Belgeleri Verildi
Sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde, hastane ortamında 5 durumda el hijyeni sağlanması en etkili yöntemdir. Dünya Sağlık Örgütü bu 5 duruma dikkati çekmek üzere, 5 Mayıs’ı Dünya El Hjyeni Günü olarak belirlemiştir ve her yıl farkındalığı arttırmak üzere tüm dünyada etkinlikler yapılmaktadır. Bu kapsamda hastanemizde Başhekimliğimiz ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından düzenlenen bir dizi etkinliklerle beraber, el hijyeni şampiyonu olan kliniklere teşekkür belgesi takdim edilmiştir.
Sağlık Bakanlığı tarafından hastanelerde yapılması beklenen haberli el hijyeni gözlemleri sonucunda, el hijyeni oranları en yüksek olan üç kliniğimiz belirlendi. 2018 yılı el hijyeni şampiyonu kliniğimiz Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi oldu. Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Sefa Kurt tarafından teşekkür belgesi ünite sorumlusu Prof. Dr. Tolga Köroğlu’na takdim edildi. İkinci olan kliğimiz Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi adına ünite sorumlusu Prof. Dr. Nuray Duman’a belgesi, Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Figen Coşkun tarafından; üçüncü kliniğimiz Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi adına belgesi, ünite sorumlusu Prof. Dr. Necati Gökmen’e Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Sema Alp Çavuş tarafından takdim edildi.
“Klinik çalışanlarımızı kutluyor başarılı çalışmalarının devamını diliyoruz” diyen Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Sema Alp Çavuş, 2019 yılı gözlemlerine devam ettiklerini belirterek tüm klinikleri gelecek yılın şampiyonu olmaya davet etti.
1. TÜRKÇE TIP DİLİ BİLİMSEL TOPLANTISI
Tıp dilimizin Türkçeleştirilmesi çabaları Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarından beri süregelmektedir. Son yıllarda meslektaşlarımız ve öğrencilerimizle gerek yazılı gerek sözlü iletişimde, karmaşık bir durum almış olan mesleksel dilimizin, olabildiğince duru anlaşılabilir ve ulusal kimliğimize yakışır bir konuma getirilmesi için çabalarımız sürmektedir. Türk Nefroloji Derneği Terim Kolu olarak Dernek bünyesinde yaklaşık 15 yıldır etkinlikler yapmakta ve sürekli bir yayın olarak Terim Kolu Bülteni çıkartmaktayız. Bu yıl Dokuz Eylül Üniversitesi ve Türk Nefroloji Derneği ortak etkinliği olarak yapmayı planladığımız 1.Türkçe Tıp Dili Bilimsel Toplantısı 14.Mayıs 2019 tarihinde
Rektörlük, Desem Bordo Salonunda gerçekleştirilecektir. Toplantıda Türk diline uzun yıllar önemli katkılar yapmış en üst düzeyde bilim insanları yurdun çeşitli illerinden katılarak katkı yapacaklardır.
TALASEMİ
Prof. Dr. Hale Ören
DEÜTF Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Hematoloji BD Öğretim Üyesi
Normal bir erişkinde yapısal olarak birbirinden farklı üç hemoglobin vardır; bunlar Hb A, Hb F ve Hb A2’dir. Talasemi ya da diğer adıyla Akdeniz anemisi otozomal resesif kalıtımla geçen, bu üç farklı hemoglobinin yapısındaki dört (α,β,δ,γ) farklı globin zincirlerinden birinin veya birkaçının hiç sentez edilememesi veya az sentez edilmesi sonucu ortaya çıkan bir kan hastalığıdır. Alfa zincir yapım azlığı alfa talasemiye, beta zincir yapım azlığı beta talasemiye neden olmaktadır. Beta zincir yapımı hiç yoksa β0, beta zincir yapımı az da olsa yapılıyorsa β+ talasemi adı verilmektedir.
Beta geni her iki homolog 11 nolu kromozom üzerinde bir tane olmak üzere toplam iki tanedir. Günümüzde 35’den fazla farklı mutasyon tanımlanmıştır. Tek geni ilgilendiren mutasyonlar taşıyıcılık ortaya çıkarır. Her iki genin de talasemik olduğu durumlarda beta talasemi major veya beta talasemi intermedia hastalığı ortaya çıkar. Bu durumda ebeveynlerin ikisi de taşıyıcıdır. Alfa genleri 16 numaralı kromozom üzerinde her bir homolog kromozom üzerinde ikişer tane olmak üzere 4 tanedir. Dört α-geninden bir tanesi delesyona uğradığında sessiz alfa talasemi taşıyıcılığı, iki α-geni delesyona uğradığında ağır alfa talasemi taşıyıcılığı, üç α-geni delesyona uğradığında ise Hb H hastalığı ortaya çıkar. Dört α-geni de delesyona uğramışsa bu durum yaşamla bağdaşmaz, bebek intauterin veya doğumu takiben ölür.
Ülkemizde beta talasemi taşıyıcılık oranı genel olarak %2,1 iken, Trakya, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyı şeridi bölgelerinde talasemi taşıyıcılığı oranı artmaktadır (%5-%13,5). Adana, Mersin ve Antakya dolayında daha çok orak hücreli anemi taşıyıcılığı görülmektedir. Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 beta talasemi taşıyıcısı, 4.000 kadar hasta vardır; akraba evliliklerinde hastalık görülme sıklığı artmaktadır.
Alfa talasemi hastalığında bulgular doğumla birlikte ortaya çıkarken, beta talasemi hastalığında bulgular 6. aydan itibaren ortaya çıkar. Solukluk, karaciğer ve dalak büyüklüğü, kemik değişiklikleri, anemiye bağlı kalp yetmezliği gelişebilir. Düzenli takip ve tedavi yapılmayan hastalar erken yaşta çeşitli komplikasyonlarla kaybedilirler. Her iki ebeveyn taşıyıcı ise doğacak her çocuk %25 olasılıkla sağlıklı, %25 olasılıkla hasta, %50 olasılıkla taşıyıcı olacaktır. Anne ve babadan herhangi biri taşıyıcı ise %50 sağlıklı, %50 taşıyıcı bebek doğabilir. Bu nedenle talasemi taşıyıcılarının evlilik öncesi tespiti ve ebeveynlerin ikisi de taşıyıcı ise genetik danışmanlık almaları ve preimplantasyon veya prenatal tanı ile bebeğin daha doğmadan hasta olup olmadığının belirlenmesi çok önemlidir.
Laboratuvar olarak tam kan sayımında anemi, eritrosit sayısında artış, eritrosit indekslerinde (MCV, MCH, MCHC) azalma, retikülosit düzeyinde hafif artış (%2-%4) dikkati çeker. Hemoglobin elektroforezi tanı için gereklidir. Günümüzde genetik mutasyon analizleri ile tüm mutasyonlar belirlenebilmektedir.
Beta talasemili hastalarda tedavide destek tedavi ömür boyu gereklidir. Destek tedavi her ay düzenli transfüzyon, demir birikimini engelleyici şelasyon tedavisi ve gelişebilecek komplikasyonların tedavisini içerir. Gen tedavisi henüz başarılı değildir. Kemik iliği transplantasyonu erken yaşlarda yapılırsa (<6 yaş) daha iyi sonuçlar alınır, transfüzyonsuz bir yaşam sağlanmış olur.
Prenatal tanı hamileliğin 10-11. haftalarında koryon vilustan elde edilen DNA’da mutasyon analizi ve hamileliğin 19-20. haftalarında kordon kanında in vitro zincir sentezi ile yapılabilir. Bu gibi klasik prenatal tanı yöntemleri artık yerini in vitro fertilizasyon yöntemine (tüp bebek) bırakmıştır. Böylece anne hamile kalmadan sağlıklı veya taşıyıcı bebeğe sahip olabilmekte veya talasemi hastası olan bir çocuğu varsa kemik iliği nakli için doku tipi tam uygun sağlıklı bir kardeş doğabilmektedir. Hedef talasemi hastası olmayan nesillerin sağlanmasıdır.
Dünya Sağlık Örgütü 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü etkinlikleri başladı.
Günümüzde antibiyotik direncinin geldiği boyut, enfeksiyonların tedavisini zora sokar hale gelmiştir. Enfeksiyon hastalıklarının önlenmesinde el hijyeni sağlanması en etkili yöntemdir. Dünya Sağlık Örgütü, gerek toplumda gerekse hastanede gelişen enfeksiyonlardan korunmada, öncelikli önlem olarak el hijyeni sağlanmasını önermektedir. Konunun önemini vurgulamak üzere 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü olarak kabul edilmektedir. Tüm dünyada el hijyeni ile ilgili bilgilendirici etkinlikler düzenlenmektedir.
Konuya ilişkin farkındalık oluşturma amacıyla Dokuz Eylül Hastanesi Başhekimliği ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından hastanemizde bilgilendirici etkinlikler düzenlenmekte olup; etkinlik kapsamında hastanemiz birimleri gezilerek antibakteriyel jel, sabun, el hijyenine ilişkin broşür ve farkındalığı yaymak adına stickerlar dağıtıldı. Hastane yemekhane girişinde oluşturulan stand ile konunun önemine dikkat çekilerek, el hijyeninin önemine ilişkin bilgilendirilmeler yapıldı.
Dokuz Eylül Hastanesi Başhekimliği ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından düzenlenen 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü etkinlikleri, tüm hafta boyunca sürecektir.
DİYABETLİ ÇOCUKLARA DESTEK KERMESİ
Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı tarafından her yıl diyabetli çocuklar yararına düzenlenen kermese bu yıl yine ilgi büyüktü. Organizasyondan sorumlu Çocuk Diyabet Eğitim Hemşiresi Hatice Aslan; diyabetli çocuklar yararına düzenlenen kermesin, bu yıl 21.si düzenlenen Diyabetik Çocuklar Yaz Kampı’na fon oluşturduğunu ifade etti. Aileler ve personel ile birlikte düzenlenen bu kermes etkinliğinin, aynı zamanda maddi durumu uygun olmayan çocukların kampa katılabilmesi için destek amaçlı olduğunu ifade eden Aslan; satılan ürünlerin hemşireler ve aileler tarafından hazırlandığını belirtti.
Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ece Böber, düzenlenen kermes hakkında şu bilgileri aktardı:
“Çocuk Endokrinoloji Birimi olarak, çocuk şeker hastaları ile yaptığımız kampa 10-18 yaş arası diyabetli çocukları alıyoruz. Anne ve babaların alınmadığı kampta, çocuklarımızın kendi başlarına şeker ölçümlerini ve insülinlerini kendilerine enjekte etme eğitimlerini vermeye çalışıyoruz. Düzenlediğimiz bu etkinlikte maddi durumu uygun olmayan çocuklarımızın da kampa katılabilmeleri için ayrı bir fon oluşturuyoruz. Kampın organizasyonu, Çocuk Endokrinoloji Anabilim Dalı olarak biz gerçekleştiriyoruz. Bu kampta verilen eğitimlerin yanı sıra; havuz ve deniz gibi etkinliklerde mevcut. Kampa katılmadan önce bir diyetisyenimiz tarafından hazırlanan, çocukların yaşları ve kilolarına göre bir beslenme programı çıkarılıyor. 3 ana ve 3 ara öğün şeklinde düzenlenen beslenme öğünleri, zeytinyağlı ve salata ağırlıklı olup, tek ana yemek şeklinde hazırlanıyor. Açık büfe hizmeti verilen kampta, kızartma ve tatlı bulunmuyor. 20-23 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek olan bu kamp süresini ekonomik sebeplerle üç gün olarak belirledik”.
3 Mayıs Astım Günü
3 Mayıs Astım günü dolayısıyla açıklama yapan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç; Astımın erken teşhis ve doğru tedavi ile hastaların yaşam süresi ve kalitesini etkilemeden kontrol altında tutulabileceğine dikkat çekti. Kılınç; “Astımın geç teşhis edilmesi hücresel düzeyde olan değişikliklere ve hava yollarında bronşlarda kalıcı darlığa neden olabilir. Öyle olduğu zaman KOAH dediğimiz hastalığa benzer şekilde nefes darlığının hiç geçmediği dönemler olabiliyor. Astımlılarda, bu anlamda baktığımızda eğer bir kişi sürekli öksürüyorsa ve günlük yaşamının kalitesini bozacak bir şiddette bu öksürük ortaya çıkıyorsa, ara ara hırıltısı oluyorsa, nefes darlığı hissediyorsa, göğüste bir sıkışma hissi yaşıyorsa mutlaka astım ihtimaline karşı göğüs hastalıkları uzmanına başvurarak bir tetkik yaptırması gerekiyor” dedi.
“Endüstrileşme Büyük Etken”
Astım; solunum yolları aşırı duyarlılığının temelde neden olduğu ve bu aşırı duyarlılık nedeni ile her şeye reaksiyon vererek solunum yollarının daralması ile karakterli bir durum. Görülme sıklığı toplumda 1/10 civarında
Peki, astım neden oluşuyor?
Astımın genetik bir altyapısının var olmasının yanı sıra, bunun yanında astıma zemin hazırlayan durum, ülkelerin endüstrileşmesidir. Astım, endüstrileşmiş ülkelerde daha fazla görülmektedir. Endüstrinin neden olduğu hava kirliliği başta olmak üzere hava kalitesini bozan durumlardan kaynaklanan bir durum olduğu söylenebilir. Soluduğumuz hava içerisindeki gözle görülemeyecek boyuttaki 2,5 mikron ile 10 mikron arasındaki partiküller, kirletici özelliklere sahip partikülleri akciğerlerimize soluduğumuzda akciğerlerimizde bir takım değişikliklere yol açmaktadırlar. Solunum yollarının aşırı hassas hale gelmesiyle birlikte kişilerde alerjenlere, alerjik maddelere ya da toza aşırı reaksiyon vermesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda da solunum yollarında oluşan hücresel hücum, bu hastalıktaki temel bozukluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hücrelerden salgılanan bir takım maddeler solunum yollarının daralmasına yol açılması sonucunda, hastalar bu durumu nefes darlığı, hırıltı, öksürük ve göğüste sıkışma hissi olarak hissetmektedirler. Bunlar tekrarlayıcı olmakla birlikte, başlangıç aşamasında kişi kendini nezle, grip olmuş gibi hissedebilmekte ve buna yönelik bazı tedaviler uygulamaktadırlar. Diğer yandan hastalık kendiliğinden iyileştiği için, klinik bulgularda gerileyerek nefes darlığı, hırıltı, öksürük, balgam, göğüste sıkışma hissinin azalmasıyla, uyguladıkları tedaviden olduğunu varsaymaktadırlar. Oysaki tekrar edilen bir durum söz konusudur. Hastalık, dönemsel olarak seyir göstermesiyle, kişi hiç şikayeti olmadan 1 ay, 2 ay, 6 ay, 1 yıl geçirebiliyor fakat sonradan şikayetler tekrarlayabiliyor.
Hastalığın gelişmesinde dış ortam hava kirliliği dışında, iç ortam hava kirliliği de çok önemlidir. Örneğin bir evde sigara içiliyorsa kapalı alanda başka bir odada içilmesi, mutfakta aspiratör çalıştırılarak içilmesi, cam açılması gibi durumlar sigaranın oluşturduğu zararları engellemiyor. Buna sürekli maruz kalan kişilerde de astım daha kolay gelişebiliyor.
Genel olarak baktığımızda, tedavisi olan bir hastalık olmakla birlikte erken teşhis koyulduğu taktirde, uygun tedaviyle hastanın yaşam kalitesi ve süresini etkilemeden bu süreç kontrol altına alınabilmektedir. Dolayısıyla erken teşhis ve doğru tedavi önem arz etmektedir. Diğer yandan bu süreç geç teşhis edilirse, hücresel düzeyde olan değişiklikler hava yollarında bronşlarda kalıcı darlığa neden olarak; KOAH dediğimiz hastalığa benzer şekilde nefes darlığının hiç geçmediği dönemler görülebilmektedir. Bu anlamda bakıldığında, eğer bir kişi sürekli ve günlük yaşamının kalitesini bozacak bir şiddette öksürük ortaya çıkıyorsa, ara ara hırıltısı oluyorsa, nefes darlığı ve göğüste bir sıkışma hissi hissediyorsa mutlaka bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurarak tetkik yaptırması gerekmektedir.
Nasıl teşhis koyuyoruz?
Akciğer filmleri normal çıkmaktadır. Dolayısıyla astımlı hastalarda hava yollarındaki aşırı hassasiyeti duyarlılığı saptamak için bazı testler uygulanmaktadır. Solunum fonksiyon testi dediğimiz bu testler aracılığıyla, hastanın öyküsünü de göz önüne alarak hastalığa teşhis koyabiliyoruz. Astımlı olan kişilerin dikkat etmesi gerekenler; zararlı gaz, duman, boya, koku gibi unsurlardan kaçınmaları, iç ortamlarda toz tutucu malzemelerin mümkün olduğunca azaltılması gerekmektedir. Örneğin, duvardan duvara halı önermiyoruz. Yine ev içinde gereksiz eşya bulundurularak toz tutan eşyalardan kaçınmalarını ve yalın bir evde yaşamasını öneriyoruz. Kullandıkları çarşafların nevresimlerin haftada bir kez 50 derecenin üstünde bir sıcaklıkta yıkanarak, toz ve akar dediğimiz ev içi parazitlerden arınması gerekmektedir.
Ayrıca astımlı hastaların her yıl mutlaka grip aşısını ve yaşam boyu bir kez yapılan zatüre aşısını yaptırmalarını öneriyoruz. Bu tedavi yöntemlerini düzgün uygulayan kişilerde, ayaktan tedavi ile hastaları takip edilebilmekteyiz ve Astım yaşam kalitesini etkilemeyen bir hastalık haline gelebilmektedir.
Deü’de Şifalı Su İle Termal Tedavi Dönemi Başladı
Kısa zaman önce yenilenerek hasta kapasitesini iki katına çıkaran Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde Kaplıca Tedavi Ünitesi hizmete açıldı. DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, İzmir’de önemli bir ihtiyacı cevap vereceklerini belirterek, kentin sağlık vizyonuna bilimsel yatırım yapmaya devam edeceklerini söyledi.
Sağlık alanındaki yatırımlarına hız verdiklerini kaydeden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bu ünite ile İzmir’deki termal tedavi konusunda önemli bir ihtiyacı daha karşılayacaklarını kaydetti. Şifalı sularla yapılan tedavilerin dünyada hızla yaygınlaştığını kaydeden Rektör Hotar, “Günümüzde kaplıca suları, içerdiği kimyasal bileşikleri nedeniyle birçok rahatsızlığın tedavisinde kullanılmaktadır. Bizler de buradan yola çıkarak üniversitemiz bünyesinde bir ünite oluşturduk. Sonuçta sağlık yerleşkemizin konumu, ciddi bir termal su potansiyeline sahip. Bunu halkımızın hizmetine sunmak istedik. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz” dedi. İzmir’in sağlık vizyonunda termal turizmin gelecek vaat ettiğini de kaydeden Rektör Hotar, bilim merkezi olarak yapacakları katkının bu noktada tamamlayıcı olacağını da sözlerine ekledi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özlem El, kısa süre önce gerçekleştirilen yapısal değişiklikler ile merkezin daha iyi şartlarda hizmet vermeyi sürdürdüğünü söyledi. Makine parkının yenilendiğini anlatan Prof. Dr. Özlem El, “Makinelerimizin yenilenmesi ile günlük hasta kapasitemiz iki katına çıktı. Diğer yandan kaplıca ünitemizi de hizmete açtık” diye konuştu. Türkiye’nin termal kaynaklar açısından dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer aldığını hatırlatan Anabilim Dalı Başkanı El, “Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi tarihte Agamemnon Kaplıcaları olarak bilinen ve 2500 yıldan beri insanlık için şifa kaynağı olan kaplıca bölgesinde yer almaktadır. Bölgemizdeki kaplıca suyunun sıcaklığı 63 santigrat dereceyi bulmakta ve şifalı su sodyum bikarbonat ile klorür içermektedir. Bu da bölgemizdeki kaplıcayı özellikle romatizmal hastalıklar, cilt hastalıkları, ortopedik ve posttravmatik sorunlar konusunda tercih edilir yapmaktadır” dedi.
İzmir’deki Hastaneler Arasında Tek
Prof. Dr. Özlem El, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tamamlayıcı tedavi unsuru olarak hekim kontrolünde, banyo uygulamaları şeklinde 3 adet jakuzili küvetin olduğu birimimizde birçok soruna yönelik tedaviler uygulanmaktadır. Florürlü karışık nitelikte termomineralli su ile iltihabi romatizmal hastalıklar, kireçlenme(osteoatrit), kronik seyirli bel ve boyun ağrısı, fibromiyalji gibi yumuşak doku romatizmaları, travmatik ve ortopedik ameliyatlar sonrası ortaya çıkan eklem kısıtlanmaları, çok değişik sebeplerle ortaya çıkan hareketsizlik nedeniyle gelişen kas güçsüzlükleri ve eklem kısıtlanmaları gibi birçok alanda tamamlayıcı tedavi bileşeni olarak kullanılacak. Ünitemiz İzmir’deki hastaneler arasında tek olma özelliğine sahip. Hizmete giren Kaplıca Tedavi Ünitesi’ne katkılarından dolayı Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Nükhet Hotar’a teşekkür ediyorum.”
AŞI HAFTASI
Nisan ayının son haftası Aşı Haftası olarak belirtiliyor, biz de DEÜ Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Tolga İnce ile aşının Türkiye’deki tarihi gelişimi ve günümüzde hem dünya hem Türkiye genelinde aşıyla ilgili gelişen konuları görüştük:
“ Aşı çok önemli çünkü hastalıkları geçirmeden hastalıkları önlememiz bizim için çok önemli bir avantaj. Bağışıklık iki şekilde oluyor ya bir hastalığı geçirerek bağışıklık sağlıyoruz ya da aşı ile sağlayabiliyoruz. Hastalığı geçirerek bağışıklık sağlamak her zamanda mümkün değil ya da her zaman güvenli değil. Örneğin kuduz hastalığı; “Ben bir kuduz olayım arkasından da kuduza karşı bağışıklık kazanayım diyemezsiniz ölüyorsunuz çünkü ya da işte zatürre pnömoni geçirip ona karşı bağışıklık kazanayım diyemezsiniz. Çünkü sizi zatürre yapabilecek pek çok mikroorganizma var. O yüzden bu işin en kolay en etkili yolu aşılar.
Biz bu aşıları çok uzun zamandan beri kullanıyoruz. Özellikle Türkler aşılama konusunda Avrupalılar’dan çok çok öndeydi, hala daha böyle bir potansiyelimiz var. Çünkü modern anlamda aşılama her ne kadar Edward Jenner ile başlatılsa da Anadolu’ da aşıcılar dolaşıyordu ve insanları çiçek hastalığına karşı aşılıyorlardı. Selçuklular’ın Anadoluya girmesiyle beraber aşılama Anadolu’ya girmiş oldu ve Avrupa çiçek hastalığından kırılırken Anadolu da çiçek salgınları oldukça nadirdi.
Hatta 1700’lu yıllarda İngiltere’de İstanbul Büyükelçisinin eşi İngiliz kraliyet bilimleri Akademisi’ne mektup yazarak doktorları uyarmıştı. Onlara İstanbul’da aşı olduğunu belirterek kendi çocuklarını da Londra’dan getirterek aşılatmıştı. Koskoca Kurtuluş Savaşında kendi aşısını üretebilen bir toplumduk biz. Aşı hanemiz vardı ve biz aşı üretiyorduk. O yüzden ben her toplantıda her uygun gördüğüm yerde söylüyorum aşı stratejik bir üründür bizim bunu üretmemiz lazım bir şey olsa kimse bize aşı vermez. 1950’lere kadar Türkiye bunu yaptı. Yunanistan, Irak, Suriye, Afganistan ve Hindistan’a aşı veriyorduk ve onların aşı ihtiyaçlarını karşılıyorduk.
Aşılama çok çok önemli Dünya Sağlık Örgütü diyor ki; “Dünyada temiz su kullanımından sonra çocuk sağlığında yapılabilmiş en iyi uygulama aşı uygulamasıdır”. Temiz su kullanımı o kadar çok çocuğun hayatını kurtardı ki aşılama ondan sonra gelen ikinci en iyi uygulama. O yüzden aşılama çocuk sağlığı için gerçekten önemli. Bugün bir hastalığı tedavi etmek aşılamanın en az 15-20 katı maliyeti gerektiriyor. Hatta çok daha fazla. Kaldı ki bir de çocukları her zaman tedavi edip kurtaramıyoruz o yüzden herkesin aşısını olmasını gerekiyor. Tabii bu durumda son yıllarda ortaya çıkan aşı karşıtlığı bir problem. Benim kişisel görüşüm özellikle internetin bilinçsiz kullanımı internette hiç kontrol edilmeyen bilgilerin ortaya çıkması ve bu bilgilerin önceki dönemlere göre çok hızlı bir şekilde insanlar arasında yayılması en önemli nedenlerden biri. Siz bilimsel olarak bu iddiaları çürütmeye çalışıyorsunuz tabii zaman alıyor ve onların hiç umrunda olmuyor ve onlar başka yeni bilimsel olmayan iddialar ortaya atıyorlar. Bu böylece sürüp gidiyor ve bu aynı zamanda ülkemiz için de çok önemli bir problem olmaya başladı son zamanlarda. Her yıl aşı reddeden ya da aşı konusunda kararsızlık yaşayan ailelerin sayısı giderek arttı en son Sağlık Bakanlığı verilerine göre bu ülkede 28 bin tane anne baba çocuğuna aşı yaptırmamış. Bu çok ciddi bir rakam. Çünkü bizim yaklaşık ortalama her yıl 1.5 milyon doğumumuz var ve bunların içinde 50 bin çocuğu aşılamazsak bu çocuklar ülkemizde ciddi salgınların olmasına yol açacak. O nedenle buna dikkat etmemiz gerekiyor. 28 bin tane aile bu rakama hızlı yaklaştığımızı gösteriyor. Her yıl katlanarak artıyor. Bir önceki 18 bin ya da 20 binlerdeydi ama bundan üç dört sene önce binli rakamlardan bahsediyorduk çok hızlı artıyor.
Aşı karşıtlarının en önemli red edişi içinde civa olduğu iddiası. Ancak civa ile ilgili çok çalışma yapıldı ve bu araştırmalara çok insan katıldı. Aşıların içindeki civa ile ilgili bilinen bir yan etki yok bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütü ve FDA’in önerisiyle tek dozluk aşıların içinden çıkarıldı. Türkiye’de ulusal aşı şemasının içerisindeki hiçbir aşının içinde civa yok. Aliminyum dan bahsediyorlar bazen bir bardak içtiğimiz suda bulunan alüminyum miktarı aşının içinde bulunan alüminyum miktarından yüzlerce kat daha fazla. Ya da mideniz ağrıdığında içtiğiniz ağrı giderici ilaçlarda çok daha fazla alüminyum var. Aşıyı üretmek oldukça uzun zahmetli süreçlerden geçiliyor her şeye çok çok dikkat ediliyor bütün otoriteler buna dikkat ediyor çünkü uyguladığınız kişi hasta değil hasta olmadığı için hiçbir riski kabul etmiyoruz.
2018 de Avrupa’nın göbeğinde 500 civarında çocuk kızamıktan öldü. Bunlar sıkıntılı rakamlar. Aşılamanın en kısa zamanda zorunlu hale getirilmesi gerekiyor. Ama yasalarımızda böyle bir şey yok. Avrupa’da şu an hasta kişilerin kamu alanlarına girişlerinin yapılmaması ile ilgili yasak var. Yine ne ilginçtir ki bu konuda dünyada çıkarılan ilk yasa bizde, İkinci Mahmut dönemi Askeri birimlere çiçek aşısı olmayan kişilerin girişi yasaklanmıştı. Bu konuda da ilk yasayı biz çıkarttık ama biz orada kaldık. Umumi Hıfzıssıhha Kanunun da sadece çiçek aşısı zorunlu ama zaten çiçek virüsü dünyadan yok edilmiş durumda. Sağlık Bakanlığı aşı karnesinde toplam 13 aşımız var bunların aileler tarafından çocuklarına mutlaka yaptırılması geleceğimiz açısından çok önemli”.
DEÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’ndan Bahar Sempozyumu
DEÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’ndan Bahar Sempozyumu:
Yüksek Riskli Gebelikleri ve Bunların Yarattığı Sorunları Tartıştılar
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erbil Doğan ulusal katılımlı “Perinatoloji” konulu Bahar Sempozyumu’nda yüksek riskli gebelerde anomalilerin doğum öncesi tespit edilmesi, doğum sonrası kanamalar, yüksek sezaryen oranları gibi konuları tartıştıklarını ve çok verimli bir eğitim ortamı yaratıldığını söyledi.
DEÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Sağlık Bakanlığı ve İzmir İl Sağlık Müdürlüğü destekleri, Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji, Kadın Doğum Uzmanları Derneği ve Ege Perinataloji Derneği’nin de katkılarıyla DEÜ Tıp Fakültesi Kurucu Öğretim Üyeleri Konferans Salonu’nda düzenlenen “Bahar Sempozyumu” İzmir, Ankara ve İstanbul’dan konularında uzman çok sayıda öğretim üyesi ve katılımcıyı ağırladı. DEÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Celiloğlu, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Sefa Kurt, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erbil Doğan ile anabilim dalı öğretim üyeleri ve Ege Bölgesi’nden çeşitli hastanelerden çok sayıda katılımcının olduğu sempozyumun konusu
Perinatoloji olarak belirlendi. Sempozyumun onursal başkanı DEÜ Tıp Fakültesi Dekanı ve Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Celiloğlu son yıllar içinde anne ölümlerini engelleyen pek çok olumlu çalışmanın yapıldığını ve sempozyum boyunca bunları ele alacaklarını belirterek katılımcılara başarılar diledi. Bu kadar kapsamlı ve yüksek riskli gebelikleri içeren bir sempozyumu ilk defa düzenlediklerini belirten DEÜ Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erbil Doğan sempozyumla ilgili şunları söyledi:
“Bu konuda sahada çalışan uzmanların eğitime ihtiyaç duyduklarını fark ettik ve aynı zamanda kurumlar arası iletişim ve hasta sevki için de birliktelik açısından böyle bir sempozyum düzenlemenin gerekliliği ortaya çıktı. Katılım ücretsiz ve Ege Bölgesi çoğunlukta kamu kurumları ve üniversiteler olarak katılım var. Bu eğitimlerin çok yararlı olacağını düşünüyoruz çünkü İstanbul, İzmir ve Ankara’dan çok değerli öğretim üyelerimiz konularında uzmanlar konuşmacı olarak katılıyor. Ayrıca gebe hastalar üzerinde de canlı ultrason eğitimi verdik. Yüksek riskli gebelerde doğum öncesi anomaliler, yüksek sezaryen oranları, doğum sonrası kanamalar ve anne ile bebeğin hayatını tehdit eden konuları tartıştık. Hamile kanından alınan örnekle anne karnındaki bebeğin genetik tanısını sağlayan ve yüksek maliyeti nedeniyle henüz çok yaygın olarak kullanılamayan Non İnvaziv Prenatal Testlerin de gündeme geldiği sempozyum umarım katılımcılar için de yararlı olmuştur”
Dekan Prof. Dr. Murat Celiloğlu sempozyumun onursal başkanı olarak açılış konuşması yaptı
DEÜ Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sefa Kurt, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erbil Doğan, DEÜ Tıp Fakültesi Dekanı ve Kadın Hastalıkları Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Celiloğlu
HEMOFİLİ
Hemofili, milattan önce tanımlanmış olup, ancak halen oldukça önemli sorunları olan kalıtsal kan hastalığıdır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada yaklaşık 500,000 hemofili hastası vardır. Türkiye’de ise hasta sayısı 4,000 dolayındadır.
Hasta sayısı toplum sağlığını tehdit eden bir hastalık olmadığını düşündürse de kalıtsal olması ve asıl önemlisi iyi takip ve tedavi edilmezse özürlü nüfusa ve erken ölümlere yol açabilmesi nedeniyle, hemofili üzerinde önemle durulması gereken bir hastalıktır. Gelişmiş ülkelerde hemofilik hastalarda iyi izlem ve tedaviyle kanama sıklığı ve özürlü hasta sayısı belirgin azalmış, ortanca ölüm yaşı >70’e yükselmiştir.
Hemofili kanın pıhtılaşmasında, plazma fazında rol alan faktör (F) VIII veya F IX’un kalıtsal olarak eksikliği, yokluğu veya disfonksiyonuna bağlı ortaya çıkan bir hastalıktır. Hemofili A (klasik hemofili) F VIII eksikliği, Hemofili B (Christmas hastalığı) F IX eksikliği sonucu ortaya çıkar. Hemofili A tüm hemofililerin %80’ini olusturur. Hemofili A 10,000 erkek doğumda 1, Hemofili B 30,000 erkek doğumda 1 görülür. X’e bağlı resessif geçiş ile ortaya çıkan hemofilide vakaların tümüne yakını erkektir. Hemofili %70 oranında ailevi özellik gösterirken, geri kalanı spontan mutasyonlarla ortaya çıkar. Ağır hemofilide faktör düzeyi <%1, orta hemofilide %1-5, hafif hemofilide %5-30 arasındadır. Kanamaların başlama yaşı ağır hemofilide ≤1 yaş, orta hemofilide 1-2 yaş, hafif hemofilide 2-5 yaştır.
Klinik
Hemofilili bir hastada en sık eklem içine kanama (hemartroz), derialtı, yumuşak doku ve kas içine kanama (hematom), müköz membranlardan kanama, santral sistemine kanama, retrofaringeal/ retroperitoneal kanama, hematüri ve cerrahi girişimler/travmatik islemler sonrası gelişen kanamalar izlenir. Faktör düzeyleri %30-50 arasında olan tasıyıcı kızlarda jinekolojik ve obstetrik kanamalar olabilir.
Ağır hemofilide eklem içi kanamalar; en sık diz, ayak bileği ve dirsekler, daha az sıklıkta omuz ve kalça ekleminde olur. Kanayan eklem çok ağrılı, kızarık, şiş, sıcak ve dokunmaya hassas hale gelir. Aynı eklemde tekrarlayan kanamalar (hedef eklem) eklem kapsülünde kalınlaşma ve dejenerasyon, sonuçta eklem kontraktürüne yol açar. Hemartroz hemofilide morbiditenin en önemli nedenidir.
Hemofilili hastalarda deri altı, yumuşak doku ve kas içine kanama ile oluşan hemotomlar sık görülür. İliopsoas kanamasında femoral sinir basısı nedeniyle bacakta uyuşma, karıncalanma ve duyu kaybı olabilir. El, el bileği, ön-kol gibi kapalı boşluğa olan kanamalarda sinir ve kan damarları basıya uğratabilir, kompartman sendromu ortaya çıkabilir. Mukoza kanamaları ağız, diş eti, dudaklar, sublingual frenulum, dil, burun ve gastrointestinal sistemden kaynaklanabilir. Hemofilili hastalarda en sık ölüm nedeni intrakraniyal kanamalardır. Sıklığı %2-13 arasında değişir. Kanamalar lokalizasyonuna göre USG, gerektiğinde BT/MRG ile tespit edilebilir.
Laboratuvar
Hemofilide laboratuvar tetkiklerinde trombosit sayısı ve morfolojisi normal, kanama zamanı normal, protrombin zamanı normal, parsiyel tromboplastin zamanı uzamış, fibrinojen düzeyi normal, vWF:Ag düzeyi normal veya yüksektir. Kesin tanı faktör düzeyi ölçümü ile konur.
Hemofili A’lı hastaların % 95’inde F 8 geninde nokta mutasyonu, % 5’inde delesyon varlığı belirlenmiştir. Hemofili B hastalarında ise sıklıkla nokta mutasyonları ile mRNA splice-site mutasyonları görülmektedir. Hastanemizde Tıbbi Genetik AD tarafından hemofili gen mutasyon analizi yapılabilmektedir. DNA analizine dayanan çeşitli moleküler yöntemlerle F 8 ve F 9 genlerindeki mutasyonların belirlenmesi ile prenatal veya preimplantasyon tanı ve taşıyıcıların saptanması gerçekleştirilebilmektedir.
Tedavi
Hemofilik hastalarda akut kanamalar en kısa zamanda (mümkünse 2 saat içinde) faktör konsantreleri ile tedavi edilmelidir. Kanama şüphesi tedaviye başlamak için yeterlidir. Uygun dozda faktör replasmanına rağmen kanama kontrol altına alınamaz ise inhibitör varlığından şüphelenilmelidir. Tüm girişimsel işlemlerde mutlaka önce faktör replasmanı yapılmalıdır. Analjezik ilaçlardan parasetamol güvenli bir seçenektir; trombosit işlev bozukluğu yapan diğer ilaçların kullanımından kaçınılmalıdır.
Taze donmuş plazma faktör konsantresi yoksa ya da henüz kesin tanı konulamayan hastanın acil tedavi gereksinimi olduğunda verilebilir. Desmopressin, desmopressin testine yanıtlı hafif hemofililerde ve tip 1 vWH’da kanamaların tedavisinde kullanılır. Antifibrinolitik tedavi (traneksamik asit) mukozal kanamalarda çok etkindir. Hemofilik hastada elektif cerrahi girişim öncesi hazırlık yapılmalı, gerekirse yara yerinde fibrin yapıştırıcılar kullanılmalı, faktör replasman tedavisi dozu ve süresi cerrahi girişim tipine göre düzenlenmelidir.
İzlem sırasında ağır hemofili A olgularının %10-35, hemofili B olgularının %1-3’ünde inhibitör (faktöre karşı antikor) gelişebilmektedir. Düşük inhibitörlü hastalarda yüksek dozlarda faktör konsantreleri verilmesi, yüksek inhibitörlü hastalarda by-pass edici ajanlar (aPCC, rFVIIa) ile hemostaz sağlanabilir.
İnhibitör gelişimi özellikle ilk 50 faktör uygulamasında daha fazla olmaktadır. Hastada ağır hemofiliye yol açan büyük bir mutasyon saptandıysa, inhibitörlü hemofilik bir akraba varsa, altı aylık olmadan faktör verilmesi gerekiyorsa, ilk 10 faktör uygulama sırasında 5 günden uzun sürecek F VIII tedavisi gerektiren ciddi bir kanama varsa veya 3 günden uzun faktör replasmanı gerektirecek cerrahi girişime maruz kalacaksa inhibitör gelişimini azaltmak için ilk 50 faktör uygulamasında plazma kaynaklı faktör konsantresi kullanımı önerilmektedir.
Ağır hemofilik çocuklarda profilaktik (koruyucu) tedavi gereklidir. Primer proflaksinin amacı kalıcı eklem sakatlıklarını engellemek, yaşamı tehdit eden kanamaları önlemek, hasta ve yakınlarının yaşam kalitesini artırmak, normal hayata uyum/psikososyal entegrasyonu sağlamak ve uzun sürede toplumsal maliyetleri azaltmaktır. Hastanın günlük aktivitesi ve yaşam şekli göz önüne alınarak bireyselleştirilmiş tedavi uygulanmalıdır.
Günümüzde uzun etkili rekombinant faktör konsantreleri, subkutan uygulanabilen faktörlerin kullanıma girmesi ile hastaların yaşam kalitesi artmış, tedavileri daha rahat yapılabilir hale gelmiştir. Gen tedavisi ağır F IX eksikliği olan bazı hastalarda başarılı olmuş, F VIII eksikliği olan hastalarda ise istenen başarı henüz elde edilememiştir.
Hemodiyaliz Resertifikasyon Sınav Sonuçları
PROF. DR. RAİF ÇAKMUR: PARKINSON HASTALIĞINDA EN ÖNEMLİ SORUN DOPAMİN EKSİKLİĞİ
Parkinson hastalığının motor bulguları beyinde hareketlerimizden sorumlu olan hücrelerin ufak bir bölümünün hasara uğraması ve eksilmesi (dejenerasyon) sonucu ortaya çıkar. Bu hücreler bilgileri bir sinir hücresinden diğerine gönderen dopamin adı verilen kimyasal bir madde salgılar. Beyinde yeterli dopamin yapılamazsa hareket ve duruş işlevleri etkilenerek Parkinson hastalığı belirtileri ortaya çıkar. Dopamin eksikliğinin temel belirtileri hareketlerde yavaşlama, hareket yeteneğinin azalması ve titremedir. Hastalık yavaş bir şekilde ilerler. Hastadan hastaya belirtilerin varlığı, şiddeti ve hastalığın ilerleme hızı farklıdır.
Parkinson hastalığı, yavaş ilerleyici beyin hücrelerinde kayıp ile seyreden bir beyin hastalığıdır. Bu tür hücre kaybı ile giden, sinsi başlayan ve yavaş seyreden hastalıklara nörodejeneratif hastalıklar denilmektedir. Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığından sonra en sık görülen nörodejeneratif hastalıktır. Parkinson hastalığının en erken belirtileri enterik sinir sistemi, alt beyin sapı ve koku yollarında ortaya çıkmaktadır. Koku duyusu kaybı veya azalması, uyku bozuklukları ve kabızlık, sonraki aşamada ise titreme ve hareketlerde yavaşlama gibi motor belirtiler görülmektedir. Hastalık genellikle motor semptomlarla tanı almaktadır.
Parkinson hastalığı tipik olarak orta ve ileri yaşın hastalığı olup, ortalama 60 yaş civarında başlar. Hastalık genç yaşlarda da başlayabilmektedir. Ancak yaşlanma ile görülme sıklığı artmaktadır. Yapılan çalışmalar, Parkinson hastalığının erkeklerde kadınlara göre biraz daha sık görüldüğünü göstermektedir.
Hastalığın asıl belirtileri hareket ile ilgili (motor) belirtiler olsa da son yıllarda hastalığın hareket etkilenmesinden önce koku alma sorunu, kabızlık, depresyon, uyku problemleri ve omuz ağrısı gibi sorunlarla başlayabildiği saptanmıştır. Parkinsonizmin temel görüntüsü hareketlerde yavaşlama ve hareket miktarının azalmasıdır. Titreme, Parkinson hastalarının yaklaşık olarak %50 ile %75 kadarında başlangıç bulgusudur. Hastaların bir bölümünde titreme hiç görülmeyebilir. Bazen erken bulgular çok silik olabilir, öyle ki aylarca fark edilmeyebilir. Başlangıçta sıklıkla bir beden yarısında veya yalnızca bir kol veya bacakta ortaya çıkan belirtiler zaman içinde tipik olarak bir beden yarısında belirgin olmak üzere iki yanlı tutulmaya yol açar.
Başlıca belirti ve bulgular şunlardır: Titreme, hareketlerde yavaşlama, bir veya daha fazla uzuvda (kol veya bacak) kasılma, yürürken kolları sallamama, konuşurken mimikler ve jestler gibi hareketlerin kaybı, yavaş, ufak adımlı veya ayak sürüyerek yürüme, vücut duruşunun öne eğik şekil alması, yumuşak ve alçak sesle, monoton konuşma, el yazısında küçülme, okunaksız olması, ağızdan salya sızması, yutkunma güçlüğü, halsizlik, yorgunluk, ruh hali değişiklikleri, ruhsal çöküntü hali (depresyon), nedensiz sıkıntılar, kabızlık, aşırı terleme, tansiyon düşmesi, ağrı, kas spazmları.
Titreme genellikle ellerde dinlenme halinde iken ortaya çıkar, stresle artar. Ellerin dışında ayaklar, çene ve dudakta da titreme olabilir. Hareketlerdeki yavaşlık çok belirgin olduğu zaman hastalar en basit günlük işlerinde bile yakınlarının yardımına gereksinim gösterebilir. Parkinson hastalığının şu andaki tedavileri semptomlara yönelik tedavilerdir. Bu konuda çok etkili farmakolojik ajanlarımız mevcut. Parkinson hastalığı bu konuda diğer nörodejeneratif hastalıklara öncülük yaptığı gibi halen onlara göre daha başarılı tedavi edilebilir olma avantajını koruyor.
Parkinson hastalığının tedavisine tanıyı takiben ağızdan verilen ilaçlar ile başlanır. Bu amaçla kullanılan çok sayıda ilaç seçeneği bulunmaktadır. Hangi ilaç grubunun seçileceğine, hastanın yaşı, belirtilerinin ağırlığı ve niteliği (titreme veya yavaşlıktan hangisinin ön planda olduğu), tanı alana kadar geçen sürenin uzunluğu, belirtilerin ne kadar işlevsel veya sosyal sorun oluşturduğu ve nihayet hastanın eşlik eden genel sağlık sorunları gibi faktörlerin hepsi bir arada dikkate alınarak karar verilir.
Tüm bu ilaçların, hasta ve yakınlarınca ismen ve dozları bilinerek tanınması, mutlaka uzman hekimce önerilen doz ve saatlerde alınması, Beklenen etki ve olası yan etkilerinin bilinerek yakından takibi, düzenli doktor kontrolleri ile dozların gözden geçirilmesi, gerekirse ayarlanması, yan etkilere karşı etkin tedbirlerin zamanında devreye konulması gereklidir.
Parkinson hastalığı ilerledikçe ağızdan alınan ilaçlar giderek yetersiz kalabilir, daha sık veya daha yüksek dozlarda alınmaları gerekebilir, bu da yan etkilerin artmasına yol açabilir. Eğer tüm ayarlamalara karşın hastanın yavaş/donuk olduğu dönemler günde toplam 4-5 saatten daha fazlaya ulaşır, iyilik dönemleri de istemsiz hareketler gibi yan etkilerden dolayı yeterince iyi geçmezse cerrahi yöntemler düşünülür.
Cerrahi öncesi veya cerrahiye uygun olmayan hastalarda kullanılabilecek iki yöntem daha vardır. Bu yöntemlerden birinde ilaç cilt altına konulan küçük bir iğne ve buna bağlı bir pompa aracılığıyla sürekli verilirken, diğer yöntemde karından açılan küçük bir delikten bağırsağa uzatılan küçük bir hortum ve bir pompa aracılığıyla ilacın sürekli uygulanması gerçekleştirilir.
Parkinson hastalığının ameliyat ile tedavisi, uygun hastalarda yararlı olabilir. Yakma (ablasyon) ve beyin pili (derin beyin stimülasyonu) olarak bilinen bu yöntemler her hasta için uygun değildir. Ameliyat kararı için önce Parkinson hastalığı tedavisinde deneyimli bir nöroloji uzmanı tarafından doğru tanı konulduğundan ve en uygun ilaç tedavisinin uygulandığından emin olunmalıdır.
Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan hiç bir cerrahi yöntem hastalığı tamamen ortadan kaldırmaz. Hastaların hemen hepsi ameliyattan sonra da Parkinson hastalığı için ilaçları kullanmaya devam ederler. Yapılan bilimsel çalışmalar, cerrahi tedavi sonrasında hastalık belirtilerinin %50 ve ilaç gereksiniminin %80 oranında azalabildiğini göstermiştir. Bu oranlar her hasta için bireysel değişkenlik gösterir.
Parkinson hastalığında araştırılan yeni tedavi yöntemleri ise kök hücre araştırmaları, hücre nakli yöntemleri, gen tedavileri ve büyüme faktörü yöntemleri ile aşı araştırmaları olarak özetlenebilir. Şu an için klinik kullanıma bu tedavilerin hiçbiri yansımamıştır. Yeni bir tedavi yönteminin hastaların kullanımına girmesi süreci yıllar süren kapsamlı araştırmaları gerektirmektedir. Yukarıdaki yöntemlerin biri ya da birkaçı olumlu sonuçlandığı takdirde önümüzdeki dönemde Parkinson hastalığının tedavisinde önemli gelişmeler söz konusu olacaktır.
Bugün için Dünyada 10 milyon, ülkemizde 150.000 civarında Parkinson hastası olduğunu tahmin etmekteyiz. Parkinson hastalığının gelişimi için en önemli risk faktörü, yaşlanma olarak tanımlanmıştır. Toplumlar yaşlandıkça görülme oranındaki artış aslında aciliyet göstermektedir. Dünyanın en kalabalık ülkelerinde, 2030 yılına kadar Parkinson hastalarının nerdeyse 2 katına çıkarak 30 milyona ulaşacağını düşünmek korkutucudur. Eğer hepimiz 100 yaşın üzerine kadar yaşayacak olursak büyük olasılıkla bu hastalıkla karşı karşıya kalacağız.
Prof. Dr. Raif Çakmur’un Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüğü Türkiye Parkinson Hastalığı Derneği (TPHD); Parkinson hastalığının toplumda bilinirliğini artırmayı, doğru tanınmasını sağlamayı ve bu hastalık ile ilgili bilgiyi hekimlere ve topluma aktarmayı amaçlamaktadır. TPHD, toplumda Parkinson hastalığına karşı farkındalığı artırmak amacıyla zaman zaman yerel toplantılar düzenlemekte, son yıllarda daha düzenli olmak üzere her yıl Nisan ayında özellikle “11 Nisan Parkinson Hastalığı Günü” haftasında yazılı-görsel medya üzerinden tanıtıcı çalışmalar yapmaktadır. Derneğin bir diğer amacı da Parkinson ve benzeri hastalıklarda eğitim ve araştırmalara öncülük ederek hastaların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu amaçla yaklaşık 20 yıldır Parkinson hastalığı ve hareket bozukluklarında nöroloji uzmanlarına yönelik, her yıl dönüşümlü olarak kongre (Ulusal PH ve Hareket Bozuklukları Kongresi) ya da sempozyum (Parkinson Hastalığı derneği Sempozyumu) düzenlemektedir.
Prof. Dr. Raif Çakmur
Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Türkiye Parkinson Hastalığı Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
KALP HASTALIKLARI
Kalp hastalıkları sebebiyle sonuçlanan ölüm, ülkemizde en sık görülen ölüm nedenlerinden biridir. Kalp hastalığı deyince kalbin damarlarının tıkanması, kalp kasının yeterli kasılmaması, kalp kapaklarının fonksiyonlarının bozulması, kalp zarı iltihabı veya doğumsal kalp hastalıkları akla gelir. Bunların içinde kalp damarlarının daralıp tıkanması en sık görülen rahatsızlıktır. Kalbimizi besleyen damarların ani olarak tıkanması, kalp krizi (infarktüs) dediğimiz duruma sebep olmaktadır.
Kalp krizinde sorumlu damarın tıkanması, kişide göğüsün orta bölgesinde şiddetli ve uzun süren bir ağrıya yol açar. Bu ağrı bazı hastalarda sol kola, çeneye hatta sırta doğru yayılabilir. Bazen hastalar ağrı tanımını; baskı, ağırlık gibi ifadelerle tarif edebilir. Terleme de çoğu kez ağrıya eşlik edebilir. Bu noktada zaman kaybetmemek çok önemlidir. Damar tıkanıklığının nedeni de çoğu kez damar sertliğidir. Bu yakınmaları olan hastalar hemen 112’yi arayarak, en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır. Bu durumlarda özellikle ilk 1-2 saat çok önem teşkil etmekte; ne kadar erken müdahale edilirse hasta kalbinde en az hasarla tedavi edilebilir. Bugün kalp krizinden ölüm, hastaneye gelebilen hastalarda %6 oranlarına düşmüştür.
Şunu ifade etmek isterim ki, erken tedavi edilen kalp krizleri eskiden düşünüldüğü gibi korkulacak bir rahatsızlık değildir, zamanında hastanın en yakın sağlık kuruluşuna başvurması önemlidir.
En önemli damar sertliği nedenleri arasında; aile öyküsü, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kolesterol yüksekliği ve sigara yer almaktadır. Kalp krizinden korunmak için aile öyküsü dışındakiler değiştirebileceğiz nedenlerdir. Örneğin ideal kiloda olmak, sigara içmemek, az tuzlu yemek, düzenli hafif egzersizlerle bu risk faktörleri azaltabilir. Bir defa kan şekerimizi, kolesterol değerlerimizi, tansiyonumuzu bilmemiz ve ona göre yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerekir. Haftada en az 5 gün günde 45’yı geçecek şekilde yürüyüş, yüzme gibi hafif egzersiz öneriyoruz . Örneğin 45-50 yaşına kadar hiç spor yapmamış birinin, koşmaya başlaması son derecede sakıncalıdır. Aşırı egzersiz özellikle orta yaşlı kişiler için sakıncalı olabilmekle beraber; damar sertliği plaklarının ani yırtılmasına ve damarın ani tıkanmasına da yol açabilir.
İdeal kan basıncı 120/80 mmHg’dır. Ancak kan basıncı birkaç ölçümde 140/90 üzerinde ise hastada hipertansiyon mevcuttur. Bu durumda öncelikle tuzu azaltıp, ideal kilomuza ulaşmaya çalışmak gerekir. Eğer gerekirse hastaya ilaç tedavisine başlanabilir. İlaç tedavisinde mutlaka düzenli kontrollerin yapılması gerekmekle birlikte, gerekirse ilaç değişimi ve dozu hekim tarafından yapılır.
İdeal kolesterol seviyesi , kötü kolesterol olarak adlandırılan LDL düzeyleri üzerinden yapılmaktadır. Damar hastalığı, şeker hastalığı olmayanlarda LDL seviyeleri 130 mg/dl altında olmalıdır. Ancak kalp krizi geçirenlerde, şeker hastalığı olanlarda, stent takılan veya by-pass ameliyatı olanlarda LDL 100 hatta 70 mg /dl altında olmalıdır. Ciddi diyetle bile kolesterolün ancak %15 kadar düşürülebileceğini bilmekteyiz. Bu nedenle kalp krizi geçiren hastaların hemen hepsinde kolesterol düşürücü ilaçlar kullanılmalıdır. Genellikle medyada ve halk arasında bu grup ilaçlarla ilgili negatif bildirimler yer almakla birlikte, bu ifadeler doğru değildir. Bu grup ilaçların hastaların ömrünü uzattığını, tekrar bir kriz riskini ve inmeyi azalttığını çok sayıda titizlikle yapılmış, uluslararası çalışmalarda yer almaktadır. Bu nedenle hastaların bu ilaçları kendi başlarına kesmemesi, hekimin öneri doğrultusunda kullanmaları önem arz etmektedir.
Kalp krizinden korunmak için şeker hastalığına yakalanmamak önemlidir. Çünkü şeker hastalarında, özellikle kontrolsüz şeker hastalarında kalp krizi riski artmaktadır. Bu nedenle ideal kiloda kalmak ve düzenli egzersiz yapmak gerekir. Herkese sağlıklı kalpler dilerim.
7-13 NİSAN DÜNYA SAĞLIK HAFTASI: HER BİREY İÇİN NİTELİKLİ SAĞLIK
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası Prof. Dr. Andrija Stampar başkanlığındaki ara komisyonun tüm çalışmalarını tamamlaması üzerine 26 üye ülkenin onayı 7 Nisan 1948’de yürürlüğe girmiştir. DSÖ Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarih olan 7 Nisan, her yıl ‘Dünya Sağlık Günü’ olarak kutlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü ve buna bağlı toplumsal kuruluşlar sağlık sorunlarını önleme, erken saptama, koşulları iyileştirme, sağlığın nitelikli ve ulaşılabilir olması için gerekli çalışmalar yürütmektedir. Her yıl kutlanan 7 Nisan Dünya Sağlık Günü kapsamında da sağlıkla ilişkili tema farklı yönleriyle işlenmekte ve dünya çapında o konuda farkındalık yaratılması hedeflenmektedir.
Sağlık; ruhen, bedenen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Sağlık kavramı hayatımızda hiç bir kavramla değiştirilemez veya ölçülemez. Sağlıklı toplumlar için öncelikle toplumun en küçük yapı taşı bireyin sağlıklı olması gerekir. Çağımızda sağlığımız için tehdit oluşturan hastalıkları iyi bilmemiz ve bu konuda bilgili olmamız gerekmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından bulaşıcı olmayan hastalıklar (BOH’lar) kategorisinde yer alan ve 21. yüzyılın en büyük halk sağlığı problemi olarak görülen hastalıklar içerisinde kalp-damar hastalıkları (BOH’ların %48’i) başta olmak üzere, kanserler (%21), kronik solunum hastalıkları (%12) ve diyabet (%3,5) yer almaktadır. Bu hastalıklar dünya üzerindeki en büyük katiller arasında nitelendirilir. 2008 yılında 36 milyondan fazla birey (dünya çapında ölümlerin %63’ü) BOH’lara bağlı olarak ölmüştür. Bu derecede önemli sağlık sorunu ve ölüm sebebi olan hastalık grubundan korunmak adına risk faktörlerini iyi bilip önlemlerimizi almamız gerekmektedir. Başlıca değiştirilebilir risk faktörlerine baktığımızda dengesiz beslenme, fiziksel aktivite azlığı, aşırı tuz tüketimi, tütün ve alkol kullanımı olduğu görülmektedir.
Düzenli fiziksel aktivite ve dengeli beslenme iskemik kalp hastalığı, inme, meme ve kolon kanseri ve hatta diyabet gelişme ve diyabetin ilerleme riskini azaltır. Aynı zamanda kilo kontrolüne, obezite ve metabolik sendromun gelişmesinin engellenmesine, diyabet hastaları için kan şekeri kontrolüne, kalp sağlığının korunmasına yardımcı olur.
Diyetteki aşırı sodyum tüketimi, yüksek hipertansiyon ve kalp damar hastalıklarının gelişme riskine sebep olabilir. Tuzun kaynağı ülkeden ülkeye değişir. Bazı ülkelerde tüketime hazır gıdalar veya işlenmiş gıdalarla alakalı iken, diğerlerinde yemek hazırlarken ya da masada eklenen tuz daha önemli olabilir. Ülkemizde günlük tuz tüketimi 18 gram olup, bu tüketim fazlalığının günlük 5-6 gramın (1 tatlı kaşığı) altına indirilmesi gerekmektedir.
Her yıl yaklaşık 6 milyon insanın tütün kullanımına bağlı olarak öldüğü düşünülmektedir, bunun 600 000’i (170 000’i çocuk) pasif içicilik sebebiyle ölmektedir. Bunun yanında tütün, yüksek tıbbi maliyetler ve verimlilik kaybı sebebiyle önemli bir ekonomik yüktür. Başta akciğer kanseri olmak üzere birçok kanser, kalp damar hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları için en önemli risk faktörü olup, kesinlikle kullanılmaması gerekmektedir.
Alkol, karaciğer sirozu ve pankreatitte olduğu gibi, ağız, larinks (gırtlak), özefagus (yemek borusu), kolon, rektum, karaciğer ve kadın meme kanserinin riskinin yükselmesi ile de ilişkilendirilmiştir. Ek olarak alkol tüketimi, hipertansif hastalık, atriyal fibrilasyon ve kanamaya bağlı inme ile de bağlantılıdır. Bu nedenle alkol tüketiminin kontrollü olmasının, belirtilen hastalıkların riskini azaltmada faydalı olduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak; ülke ve bütün dünya olarak karşı karşıya olduğumuz ve gelecekte bizi bekleyen sağlık sorunları, bu sorunlara karşı alınabilecek önlemler hakkında bilgimiz olduğu takdirde, hareket planımızı daha hızlı, nitelikli ve güçlü bir şekilde yapabileceğimizi öngörmekteyiz. 7 Nisan Dünya Sağlık Günü kapsamasında günümüzdeki sağlık sorunlarına ve azaltıcı risk faktörleri hakkında kısaca bilgilendirmeler yaparak, sağlıklı bir günlerde yaşamayı ülkemiz ve dünyamız için dilemekteyiz.
Prof. Dr. M. Oktay TARHAN
Uzm.Dr. Merve KESKİNKILIÇ
HEMŞİRELİKTE İYİ UYGULAMA FİKİRLER YOLUNDA YENİ FİKİRLER
OTİZM
Otizm, yaşamın erken dönemlerinde başlayan, sosyal beceri ve iletişim kapasitesini etkileyen özel bir beyin gelişim bozukluğudur.
Otizmin tıp dünyasında tanımlanması nispeten yakın dönemde olmuştur.
Otizm ilk kez 1943 yılında, Leo Kanner adlı bir psikiyatrist tarafından tanımlanmıştır. İlk tanımlandığı tarihten bu yana farklı isimlerle adlandırılmıştır. Psikiyatrinin en son kabul ettiği tanılama sistemine göre en son adlandırması “Otizm Spektrum Bozukluğu”dur. Spektrum ifadesi, otizmin pek çok farklı görünümde olabileceğini belirtir. Otizm; sosyal beceri ve İletişimin hiç olmadığı gruptan, çok silik belirtilerin olduğu gruba kadar bir yelpazede yer alabilir.
Geçmiş dönemlerde otizmin nadir görülen bir beyin gelişim sorunu olduğu düşünülmekteydi. Günümüzde otizmin yaklaşık yetmiş kişide bir görüldüğünü bilmekteyiz. Erkek çocuklarda, kızlara göre yaklaşık 4,5 kat daha fazla görülmektedir. Bu sıklık otizmi nadir görülen bozukluklar grubundan çıkarmaktadır.
Otizme neyin yol açtığını henüz bilememekteyiz. Ancak otizm, beynin en karmaşık yapısını ilgilendiren bir bozukluktur. Bu karmaşık yapının bilimsel adı fronto-temporal sistemdir. Bu sistemin sağlıklı gelişebilmesi için çok fazla gen ve erken gelişimde ortaya çıkan moleküllerin işbirliği gerekmektedir. Bu alanlardaki çok farklı sorunların ortak sonuç olarak otizme yol açtığı düşünülmektedir.
Annebaba tutumu ve davranışları genel anlamda otizme yol açmazken, uygun annebaba tutum ve davranışları otizmin tedavisinde çok önemlidir.
Otizmin tedavisinde maalesef doğrudan otistik belirtileri iyileştiren bir ilaç tedavisi mevcut değildir. Otizmin tedavisinde, üç yaşından önce, yani erken dönemde başlayan uygun özel eğitim çok önemlidir. Erken dönemde başlatılan uygun özel eğitim; konuşma, dikkat, davranım kontrolü ve sosyal becerileri gelişmesini sağlamada çok önemlidir.Bu nedenle erken tanı ve uygun eğitim yönlendirmesi şarttır.
Bunun sağlanabilmesi için toplum düzeyinde ve hekimler arasında da otizmin temel belirtilerinin tanınması çok önemlidir.
Eğer çocuk ilgisini ve mutluluğunu paylaşmıyorsa, duruma uygun uygun yüz ifadesi yok ve göz ilişkisi kurmuyorsa, 18 aylık iken kelime düzeyinde konuşmuyor, 2 yaşında iken basit iki kelimeli cümleler kurmuyorsa, ismiyle seslenildiğinde bakmıyorsa, oyuncaklarla oynamıyorsa, özellikle üç yaşından sonra tekrarlayan ve basmakalıp hareketler sergiliyorsa, herhangi bir yaşta, sosyal beceri ve iletişim kapasitesinde gerileme varsa en kısa sürede bir çocuk psikiyatristine başvurmak gerekmektedir.
Doç. Dr. H. Burak Baykara
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
01-07 NİSAN KANSER HAFTASI
01-07 NİSAN KANSER HAFTASI
Prof. Dr. İlhan ÖZTOP
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı ve Onkoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı
Dünyada ve ülkemizde kanser ile ilgili güncel durum nedir?
Kanser dünya genelinde önemli bir toplumsal sağlık sorunudur. Dünyadaki en önemli kanser istatistiği kaynağı olan GLOBOCAN verilerine 2018 yılında dünyada toplam 18.1 milyon yeni kanser vakası gelişmiş ve 9.6 milyon kansere bağlı ölüm olmuştur. 2025 yılında ise yeni kanser vaka sayısının yaklaşık 22 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Ülkemizde ise 2018 yılında 210 bin yeni kanser vakası ve 116 bin kansere bağlı ölüm olduğu bildirilmiştir. Dünyada en çok tanı konulan kanserler sırasıyla akciğer, meme ve kolon kanseri iken, kansere bağlı ölümlerin ise sırasıyla akciğer, kolon ve mide kanserinde gerçekleştiği bildirilmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde en sık görülen kanser türleri erkeklerde sırasıyla akciğer, prostat ve mesane kanseri; kadınlarda ise sırasıyla meme, tiroid ve kolorektal kanserdir. En sık ölüme neden olan kanser türleri ise erkeklerde sırasıyla akciğer, prostat ve kolorektal kanserler iken; kadınlarda sırasıyla akciğer, meme ve kolorektal kanserlerdir. Görüldüğü üzere akciğer kanseri her iki cinste de en öldürücü kanser olarak ilk sırada yer almaktadır. Bugün için dünya genelinde saptanan 9.6 milyon civarındaki kansere bağlı ölümün yaklaşık 1.8 milyonu akciğer kanserine bağlı ölümlerdir.
Kanserin başlıca nedenleri nelerdir?
Tüm kanserlerin yaklaşık %5-10’u gibi küçük bir kısmı genetik anormalliklere bağlı olarak gelişirken, geri kalan %90-95’lik kısmı ise çevresel faktörlere ve yaşam şekline bağlı olarak gelişmektedir. Bunlar arasında başta tütün mamülleri olmak üzere fiziksel ve kimyasal karsinojenler, radyasyon, beslenme şekli (lifli gıdaları az tüketme vb), fiziksel hareket azlığı, obesite ve alkol sayılabilir.
Tütün kullanımı neden çok önemli bir faktör?
Kansere neden olan faktörler arasında tütün kullanımı önemli bir yer tutmaktadır. Tütün kalp-damar hastalıkları ve KOAH gibi ciddi hastalıklara yol açmasının yanı sıra başta akciğer kanseri olmak üzere birçok kansere neden olmaktadır. Akciğer kanserinin %90’ında etiyolojide tütün rol oynamaktadır. Akciğer kanserinin tüm dünyada hem erkeklerde hem de kadınlarda en öldürücü kanser olması tütün ile mücadelenin önemini bir kat daha arttırmaktadır. Bu anlamda ülkemizde yasal düzenlemeyle belirli mekanlarda tütün kullanımının yasaklanması da toplum sağlığı açısından çok önemli bir adım olmuştur.
Tütün kullanan kişilerde kanser gelişme riski artmakla kalmıyor, beraberinde birden fazla alanda da kanser gelişebiliyor. Ayrıca kanser tedavisi sırasında tütün kullanılmaya devam edilmesi halinde uygulanan tedavilerin başarısını da azaltabiliyor. Bunların dışında bir diğer önemli konu da tütün mamülü kullanmayanlarda da akciğer kanseri gelişebiliyor. Özellikle akıllı ilaçlar adını verdiğimiz hedefe yönelik tedavilere uygunluğu gösteren birtakım mutasyonlar bu grup hastalarda daha fazla görülüyor. Dolayısıyla bu tedavilerle daha uzun yaşam süreleri elde edilebiliyor.
Kanserden korunmak için neler yapmak gerekir?
Kansere yol açan nedenler arasında çevresel faktörlerin ve yaşam şeklinin önemli ölçüde yer tutması nedeniyle yaşam tarzında yapılacak düzenlemeler riskin azalmasına ciddi katkılar sağlamaktadır. Bu anlamda sağlıklı normal kiloyu korumak, obesiteden kaçınmak, dengeli sağlıklı beslenmek, tütün ve alkolden uzak durmak, düzenli olarak yeterli düzeyde fizik aktivite yapmak, güneş ışınlarının dik geldiği zamanlarda güneşten korunmak, çevresel hava kirliliğini azaltmak başlıca korunma yöntemlerini oluşturmaktadır.
Kanser tanı ve tedavisi ile ilgili gelişmeler ne durumdadır?
Kanserin erken tanısı önemlidir. Sağlıklı kişilerde tarama testleri yapılarak henüz kanser ile ilgili belirtiler ortaya çıkmadan kanserin erkenden tanısı mümkündür. Bu anlamda tüm dünyada ve ülkemizde yaygın olarak uygulanan meme kanseri için mamografi, serviks kanseri için smear testi, prostat kanseri için kanda PSA testi ve kolon kanseri için kolonoskopi başlıca tarama yöntemlerini oluşturmaktadır. Bunun dışında düşük doz toraks bilgisayarlı tomografisi ile akciğer kanserinin erken tanısına ilişkin önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ayrıca son yıllarda nefesten ya da vücut sıvılarından yapılan kimyasal ve moleküler analizlerle de erken teşhis mümkün olabilmektedir. Öte yandan hem kanserin erken tanısı hem de kanser ile ilgili tablonun daha iyi değerlendirilmesi bakımından gerek radyolojik ve nükleer tıp yöntemlerinde gerekse genetik ve patoloji alanlarında çok ciddi gelişmeler kaydedilmekte ve kullanılmaktadır.
Kanserin tedavisine ilişkin gelişmeler de baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Cerrahi tekniklerdeki gelişmeler, tümöre daha iyi odaklanan ve çevre sağlıklı dokuyu koruyan radyoterapi yöntemleri, radyonüklid tedaviler ve kişiye özgü hedefe yönelik tedaviler ile immunoterapiler bunların başlıcalarıdır. Kanser tedavisinde karşılaşılan en büyük zorluklardan biri hastadan hastaya, hatta aynı hastada zaman içinde farklılıklar gösterebilen genetik yapıda meydana gelen mutasyonlardır. Genetik yapıdaki bu değişikliklere ait bilgilere çoğunlukla tümör dokusundan girişimsel (invaziv) yöntemlerle alınan klasik biyopsilerle ulaşılırken, son yıllarda likit biyopsi denilen invaziv olmayan yöntemlerle de bu mutasyonlar tespit edebilmektedir. Bu yaklaşım hem kanserin teşhisi ve tedavinin planlanması bakımından hem de hastalığın ve tedavinin seyrinin izlenmesi bakımından yarar sağlamaktadır. Başta kan olmak üzere çeşitli vücut sıvılarından elde edilen bu likit biyopsilerde dolaşan tümör hücreleri (CTCs), kanda dolaşan tümör DNA’ları (ctDNAs), tümör hücrelerini ait yağ, protein, RNA gibi moleküllerin analizleri yapılabilmektedir.
Kanser tedavisindeki kişiye özgü hedefe yönelik tedaviler ve immunoterapiler nelerdir?
Son yıllarda kanser tedavisinde en önemli gelişmeler hedefe yönelik tedaviler ve immunoterapi alanında olmuştur. Kanserin gelişiminde ve yayılmasında rol oynayan bazı yolaklardaki spesifik mutasyonlar, reseptör aşırı ekspresyonları moleküler yöntemlerle saptanmakta ve bunlara spesifik olarak etki eden ilaçlar kullanılmaktadır. Böylece kanserli hücrenin çoğalmasında kritik rol oynayan bu yolaklar bloke edilmektedir. Meme ve mide kanserindeki HER-2 yolağı, kolon kanserindeki EGFR ve Anjiyogenez yolağı ve akciğer kanserindeki EGFR, ALK ve ROS-1 yolağı ile ilgili gelişmeler bunlardan birkaçı olup, tüm bu yolaklara yönelik uygulanan tedavilerle hastaların yaşam sürelerinde çok ciddi artışlar sağlanmıştır.
Yakın zamanda en önemli gelişmelerden biri de immunoterapi alanında gerçekleşmiştir. Vücudun bağışıklık sisteminin tümörlü hücrelere cevabını arttıran yaklaşımlar ve bağışıklık sisteminin tümöre karşı verdiği cevapta frenleyici olarak rol alan mekanizmaları bloke eden, böylece tümöre karşı daha etkin bir cevabın oluşmasını sağlayan yaklaşımlar günümüzün en güncel immunoterapi yaklaşımlarını oluşturmaktadır. Bu tedaviler ile kanserli hastalarda uzun süreli sağkalımların elde edilmesi mümkün olmuştur.
Bu gelişmeler ile ilgili ülkemizde durum nasıldır?
Kanserin erken tanısı ile ilgili olarak yapılan tarama programları ülkemizde yaygın olarak uygulanmaktadır. Bu anlamda KETEM adı verilen kanser erken teşhis tarama ve eğitim merkezleri tüm ülkede yaygın bir şekilde hizmet vermektedir. Tanı ile ilgili olarak gerek radyoloji ve nükleer tıp alanlarında gerekse genetik ve patoloji alanlarında en güncel yöntemler kullanılmaktadır. Tedavi alanında da başta kişiye özgü hedef tedaviler ve immunoterapi olmak üzere en güncel tedaviler uygulanmaktadır. Cerrahi ve radyoterapi alanındaki uygulamalar ile birlikte tüm bu yaklaşımlar hastalara en optimal şekilde ulaştırılmaktadır. Ayrıca hastaların genetik risk değerlendirmeleri yapılarak, hangi hastanın hangi tedaviden daha fazla fayda göreceği konusunda bilgi elde etmek suretiyle her hastaya özgü en uygun tedavi seçimi yapılabilmektedir.
Üniversitemizin ve hastanemizin kanser tanı ve tedavisindeki yeri nerededir?
Üniversitemiz kanser ile mücadelede ayrı bir öneme ve role sahiptir. Tıp Fakültesi’nin yanısıra Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Onkoloji Enstitüsü gibi enstitülerin varlığı bu alanda eğitim ve bilimsel çalışmaların yapılmasını, kanserin nedenleri ve tedavilerine ilişkin projelerin üretilmesini sağlamakta, doktora ve yüksek lisans programları ile bu alanlarda eğitilmiş donanımlı insan yetiştirilmesini sağlamaktadır. Bunlardan Onkoloji Enstitüsü ise Türkiye’de bulunan 3 onkoloji enstitüsünden biri olup, aynı zamanda bölgemizde faaliyet gösteren tek onkoloji enstitüsü özelliği taşımaktadır.
Kurumumuzda kanser ile ilgili olarak hem preklinik hem de klinik alanında pek çok ulusal ve uluslararası projeler yürütülmekte, çok sayıda klinik araştırmalara katılınarak hastaların kanser tedavisi ile ilgili gelişmelere daha erkenden ulaşma şansı sağlanmaya çalışılmaktadır.
Üniversite hastanemiz ise kanser tanı ve tedavisi alanında büyük bir potansiyeli ve deneyimi olan bir hastanedir. Yukarıda bahsedilen pek çok güncel gelişmenin uygulandığı hastanemizi farklı kılan özelliklerden biri de kurumumuzda 25 yılı aşkındır düzenli olarak devam eden Multidisipliner Tümör Konseylerinin varlığıdır. Her tümör grubu için ayrı ayrı yapılan ve her biri kendi alanında deneyimli uzmanların bir araya geldiği bu konseylerde hastalar özenle değerlendirilerek, en uygun tanı ve tedavi yaklaşımları gerçekleştirilmektedir. Bu doğrultuda Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’nda da kişiye özgü hedefe yönelik tedaviler ve immunoterapilerin de içinde bulunduğu sistemik tedaviler güncel gelişmelere uygun bir biçimde uygulanmaktadır.
Gelecekten beklentileriniz nedir?
Tütün kullanımı ile mücadelenin artarak devam etmesi, çocukluk çağından itibaren sağlıklı beslenmenin öneminin vurgulanması ve toplum genelinde düzenli fizik aktivite yapılması gibi yaşam şekline ilişkin düzenlemelerin yaygınlaştırılması kanserden korunma bakımından önemli noktaları oluşturmaktadır. Yine ülke genelinde tarama programlarına katılımın daha da artması erken tanı bakımından önem arzetmektedir. Öte yandan daha ileri genetik ve moleküler analizlerle her hastanın ve her tümörün ayrı ayrı analiz edilmesi kişiye özgü daha ideal tedavilerin verilmesini sağlayacaktır.
TÜRKİYE ve DÜNYADA KANSER
Kanser hastalığı en genel ifadeyle vücudun bir bölümündeki hücrelerin kontrolden çıkmasıyla başlamaktadır. Tüm kanser türleri anormal hücrelerin kontrol dışı çoğalmasıyla oluşmaktadır. Kanserin tarihi eski çağlara dayanmaktadır. Tarihsel olarak ilk defa M.Ö.3000’lerde Mısır’da ortaya çıktığı bilinmektedir.
Kanser epidemiyolojisi kavramı ise 18.yüzyılda ortaya çıkmıştır. Kanser vakalarının prevalansını ve ortaya çıkış nedenlerini inceleyen bir halk sağlığı çalışma alanıdır. 1713’te İtalyan doktor Bernard Ramazzini serviks kanserinin nedenleriyle ilgili yaşam tarzına bağlı olup olmadığı hakkında, 1775’te ise Londra’da Percival Pott baca temizleyicilerinde skrotum kanserini mesleki kanserojen risklerinden oluşan bir kanser türü olduğunu açıklamıştır. Kanserin epidemiyolojik özelliklerinin belirlenmesinde; coğrafi dağılım, cinsiyet, yaş, sosyoekonomik durum, mesleki özellikler gibi faktörler yer tutmaktadır. Örneğin; coğrafi dağılımın kanser sıklığında bölge, ülke hatta aynı ülkenin farklı yerlerinde değişikler gösterdiği bilinmektedir, aynı şekilde yaşla birlikte kanser görülme riski artmaktadır. Sosyoekonomik durumun düşük olduğu yerlerde; sigara, alkol, yetersiz beslenme, mesleksel karsinojenlere maruziyet, enfeksiyonlar, üreme sağlığı, yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı olarak risk faktörü artış gösterebilmektedir. Kanserden kaynaklanan ölümlerde yaklaşık yüzde 70’inin düşük ve orta gelirli ülkelerde olduğu bilinmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun açıkladığı verilerde 2018 yılında yaklaşık 18 milyon insana kanser teşhisi konuldu, 10 milyon civarında insan kanserden hayatını kaybetti. Global Cancer Obervatory (GLOBOCAN)’ın 2018 verilerine göre en sık görülen kanser türleri sırasıyla akciğer (2.1 milyon), meme (2.09 milyon), kalın bağırsak (1.8 milyon), prostat (1.3 milyon), mide (1 milyon) kanseridir. Kansere bağlı ölümlere göre ise akciğer (1.8 milyon), kolorektal (881 bin), mide (783 bin), karaciğer (782 bin) ve meme (627 bin) sıralanmaktadır. Cinsiyete göre ise erkeklerde görülme sıklığı sırayla; akciğer, prostat, kolorektal, mide, karaciğer; ölüme bağlı olarak ise akciğer, karaciğer, mide, kolorektal, prostat olarak sıralanmaktadır. Kadınlarda görülme sıklığı meme, kolorektal, akciğer, serviks, tiroid; ölüme bağlı olarak ise meme, akciğer, kolorektal, serviks, mide kanserleri olarak bildirilmektedir.
Türkiye’de Sağlık Bakanlığının verilerine göre her yıl ortalama 163 bin yeni kanser teşhisi konulmaktadır ve neredeyse günde 450 yeni kanser vakası bildirilmektedir. 2015 yılı verilerinde her 100 bin erkekten 247’si, her 100 bin kadından 177’si yeni kanser teşhisi almaktadır. Bakanlık raporlarında 2030’da 22 milyon yeni vakanın olacağı beklenmektedir. Türkiye’de 2015 yılına ait bakanlık istatistiklerinde kadınlarda sırasıyla en sık meme, tiroid, kolorektal, uterus ve akciğer kanserleri, erkeklerde ise akciğer, prostat, kolorektal, mesane ve mide kanserleri görülmektedir. Kadınlarda meme kanseri vakalarında her 4 kadından birisinde meme kanseri olarak görülmektedir.
Dünya Kanser Araştırma Fonu (WCRF) ‘in yayınladığı verilerde en çok kanser vakası 100 binde yaklaşık 470 kişi ile Avustralya’da, 438 ile Yeni Zelanda ile 374 ile de İrlanda takip etmektedir. Türkiye’deki oran ise 100 binde 144 kişi olarak bildirilmiştir.
WCRF verilerinde 2018’de dünyada en sık görülen kanser çeşitlerinde ilk sırada akciğer kanseri bulunmaktadır ve sırasıyla meme ve kolon kanserleri akciğer sayısını takip etmektedir. Yaklaşık 2 milyon 100 bin kişiye akciğer kanseri teşhisi ve akciğer kanseri sayısına yakın bir şekilde kolon kanseri vakası bildirilmektedir.
WHO’nun yayınladığı kanseri önleme planları 3 adımda tanımlanmıştır. İlki kanserin mevcut durum ve kontrol mekanizmalarının tespit edilmesi gerekmektedir. İkinci olarak bu hastalığa karşı bir politika belirlenmesi ve uygulanmasıdır. Hedef kitlenin tanımlanması, amaç ve hedeflerin belirlenmesi, kanserle öncelikli mücadele edilecek noktalara karar verilmesidir. Üçüncü olarak bu politikaların uygulanması gereken adımların tanımlanması gerekmektedir. Planlama aşamasından sonra politika aşaması önem arz etmektedir. Politik adımında ilk olarak eldeki imkanlarla mevcut durumun iyileştirilmesi için neler yapılabileceği sorulmalıdır. Orta vadede kaynaklarda artış veya yeniden düzenlenmesiyle uygulamalarının iyileştirilmesidir.
Kanserden korunma, kanserle mücadelede önemli bir noktadır, kanserden kaynaklanan ölümlerin yaklaşık yüzde 40’ı önlenebilir. Kanser risk faktörleri örneğin; tütün kullanımı sadece kansere değil aynı zamanda kardiyovasküler hastalıklara, diyabet gibi kronik hastalıklara sebebiyet verdiğinden diğer hastalıklarla mücadele bağlamında ortaklaşa planlama ve uygulama gerektirmektedir. Kanser maruziyetinde cinsiyet de önemli risk faktörlerinden biridir. Kanser riskini azaltmada kullanılan etkin yöntemler, bu alana harcanan kaynaklardan tasarrufu sağlayacaktır. Bu yüzden verim alınacak ve hızlı uygulanabilen yöntemler ilk sırada değerlendirilmelidir. Toplumdaki kanser risk faktörlerinin eğilimlerini takip etmek ve ileride kanserin getireceği maliyete karşı kaynakların tasarruflu kullanılmasını sağlayacaktır. Yapılacak kapsamlı çalışmalar kanserden korunma programlarının önemli bir parçası olmalıdır. Kanserden korunma ve önleme çalışmaları, Türkiye ve dünyada kanser yaygınlığını azaltmak için uygulanması gereken önemli çalışmalardır.
https://www.who.int/cancer/modules/Prevention%20Module.pdf
https://hsgm.saglik.gov.tr/depo/birimler/kanser-db/istatistik/Turkiye_Kanser_Istatistikleri_2015.pdf
https://www.uicc.org/new-global-cancer-data-globocan-2018
https://www.iarc.fr/infographics/globocan-2018-latest-global-cancer-data/
https://www.aa.com.tr/tr/saglik/interaktif-rakamlarla-dunyada-ve-turkiye-de-kanser-vakalari/1383259
Perinatoloji
OTİZM FARKINDALIK GÜNÜ
Üniversitemiz Rektörlüğü ve Hastane Başhekimliği tarafından otizme dikkat çekmek, farkındalık yaratmak ve toplumsal duyarlılığımızı göstermek amacıyla Sağlık Yerleşkemizde düzenlediğimiz ‘Biz de Varız’ etkinliğinde, evlatlarımız, ailelerimiz ve mensuplarımız ile bir araya geldik.
TÜBERKÜLOZ
Tüberküloz basili milattan önceki dönemlerde dahi salgınlar yapmış, havada, karada, suda, otlakta her yerde bulunabilen, zengin, fakir; genç, yaşlı ayırmaksızın toplumun her kesiminde hastalık yapabilen bir basildir. Üç yüz milyon yıllık bir geçmişi olan tüberküloz basilinin 9000 yıl önce insanda hastalık yapan formuna dönüşerek “Mycobacterium tuberculosis”in ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurulduğu zor dönemlerde dahi tüberküloz ile savaşmak için organize olunmuş ve büyük başarılar elde edilmiştir. Fakat son 20 yılda tüberküloz tekrar yaygınlaşmış ve günümüzde dünya genelinde 2 milyardan fazla kişi enfekte durumdadır. “Enfekte” olmak demek “aktif hastalık” demek değildir. Enfekte kişilerin %10’unda aktif hastalık gelişebilmektedir. Sadece akciğer değil, akciğer zarı, lenf bezleri, kemik, eklemler, üst solunum yolları, deri, merkezi sinir sistemi, gastrointestinal sistem, genitoüriner sistemlerde tüberküloz hastalığı gelişebilir. Tüberküloz hastalığı düşünülen organlardan alınan örneklerde basilin varlığı tanı koydurucudur. Basil mikrobiyolojik, moleküler yöntemlerle ya da patoloji örneklerinde saptanabilmektedir.
“Tüberkülozda bulaşma”
Tüberküloz basili, akciğer veya larenks tüberkülozlu hastaların öksürmesi, konuşması sırasında dağılan tükürük, balgamlarının buharlaşıp, içinde parçacık bulunan küçük damlacıkların havada asılı kalması ile bulaşmaktadır. Akciğerlere ulaşan basil uzun süre inaktif kalabilmektedir. Bu duruma “latent enfeksiyon” denilmektedir. Tüberkülozdan korunma amaçlı uygulanan BCG aşısı da tüberkülin deri testinde pozitifliğe neden olmaktadır. Bu iki durum da aktif tüberküloz hastalığı anlamına gelmemektedir. Bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlarda mevcut latent enfeksiyon aktif hastalığa dönüşebilmektedir.
“Tedavi”
Tüberküloz tedavisinde başarının sırrı başlanan tedavinin uygun süre, ilaç dozu atlanmadan uygulanması ve tamamlanmasıdır. Yetersiz ve yanlış tedaviler basilin direnç kazanması ve hastalığın kronikleşmesi ile sonuçlanabilir. Tüberküloz tedavisinde en az dört çeşit ilaç kullanılmaktadır. Bu ilaçların hızlı çoğalan basillleri öldürmek, ilaca dirençli mikropların gelişmesini önlemek, yavaş çoğalan basilleri hedef alarak nükslerin ortaya çıkmasını engellemek gibi farklı amaçları bulunmaktadır. Bu nedenle çoklu ilaç rejimi uygulanmaktadır ve tüberkülozun yerleşimine göre en az 6 ay olmak üzere, 9 ya da 12 aylık tedavi süreçleri uygulanmaktadır. Etkili tedavi ile günler içinde basil sayısı hızla azalır (10). Hastaların bulaştırıcılığı etkili tedavi ile 2-3 haftada sona erer. Uzun soluklu ve çok ilaçlı bir tedavi olması nedeni ile hastaların tedaviye uyumunu kolaylaştırmak için geliştirilen strateji “Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT)” hastalığın kontrolünü sağlamak için en uygun ve etkili yöntemdir.
“Tüberkülozdan korunma”
Tüberkülozdan korunmak için en önemli yöntem öksürürken, hapşırırken ağzın kol iç yüzü ile kapatılmasıdır. Öksüren kişilerin maske takması %90 koruyuculuk sağlamaktadır. Öksüren kişinin balgamında ARB (asido-rezistan basil) varlığı durumunda özellikle yakın (ev içi, iş yeri…) temas durumunda bulaşıcılık riski yaklaşık %30’dur. Bağışıklık sisteminin güçlü tutulması, ellerin sık sık yıkanması, küçük ve kapalı ortamların iyi havalandırılması, UV ışınlarının ulaşabilmesi için güneş ışığı alabilmesi kişisel olarak alınabilecek basit önlemlerdir. Fakat üç haftadan uzun süre öksüren kişiler mutlaka Göğüs Hastalıkları hekimine başvurmalıdır.
Kaynak: Türk Toraks Derneği, Toraks Kitapları, Tüberküloz, Ekim 2010
22 MART DÜNYA SU GÜNÜ
Prof. Dr. Bülent Kılıç / DEÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
“Uluslararası Dünya Su Günü” yaklaşık 25 yıl önce 22 Mart 1993 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Çevre Kalkınma Konferansında organize edildi. Bu tarihten sonra her yıl 22 Mart tarihinde ayrı bir tema ile kutlanan Dünya Su Gününün bu yılki teması “Herkes İçin Su” ve sloganı ise “Su Bir İnsan Hakkıdır” sözleridir. Tüm bu etkinlikler için BM altında kurulan “Su” grubu (UN-Water) vardır.
İnsanlık ilk ortaya çıktığı dönemden bu güne doğa ile sürekli olarak iç içe yaşamıştır. Bu nedenle insanı oluşturan çevre (biyolojik, fiziksel ve sosyal) aslında bir bütündür ve doğadan kesin sınırlarla ayrıştırılamaz. Bu bağlamda insanın doğa ile olan en temel etkileşimi doğal kaynakları nasıl kullandığıdır. Doğanın en büyük özelliği insan müdahalesinin olmadığı durumlarda kendi kendine yetebilmesi ve doğal dengeyi koruması iken, insanın doğanın müdahale ettiği yerlerde bazı olumsuz değişiklikler ortaya çıkabilmektedir. Günümüzde bu anlamda en büyük çevre sorunu “küresel ısınma” ve buna bağlı olarak ortaya çıkan “su” sorunlarıdır.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak yazlar daha kurak ve sıcak, kışlar daha yağışlı ve soğuk geçmeye başlamıştır. Ancak küresel ısınmanın en önemli etkisi genel ısı düzeyinin yavaş yavaş fakat düzenli olarak artmasıdır. Küresel ısınma kullandığımız su kaynakları açısından iki önemli sonuca yol açmaktadır:
1) Kuraklık: Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak içme ve kullanma suyundaki azalma, tarım alanlarının yok olması ve biyo çeşitliliğin azalmasıyla sonuçlanmaktadır. Özellikle tarım alanlarının giderek azalması Afrika ülkelerinde sıklıkla gördüğümüz kıtlık, açlık ve yoksulluk gibi sonuçlara yol açmakta, kitlesel göçlere ve savaşlara neden olmaktadır. Önümüzdeki 100 yıl içinde özellikle Amazon ormanlarında azalma ve ekvatoryal bölgede kuraklık oluşması ve bu değişiklikten yaklaşık 500 milyon kişinin etkilenmesi beklenmektedir. Bu bağlamda bir çok bitki ve hayvan türü de yok olacaktır. Kuraklığa bağlı kıtlık, açlık ve yoksulluktan en çok Afrika ülkelerinin etkilenmesi beklenmektedir.
2) Aşırı Yağış ve Seller: Kutuplardaki ozon tabakasında meydana gelen %40 dolayındaki incelme ve sera etkisine bağlı olarak buzullarda ciddi düzeyde erime meydana gelmiştir. Diğer yandan iklim değişikliğine bağlı olarak dönemsel aşırı yağışlar ve seller meydana gelmektedir. Bu durum önümüzdeki 50 yıl içinde bir yandan deniz seviyesinde artışlarla kıyı kentlerini ve adaları tehdit eden bir durum yaratmakta, diğer yandan toprak yapısı telafi edilemeyecek düzeyde bozulmaktadır. BM Çevre Programı ozon tabakasındaki incelme ve sera etkisini dünyanın en önemli iki küresel çevre sorunu olarak belirlemiştir.
Görüldüğü üzere çevre sorunları sadece ortaya çıktığı yeri değil, tüm dünyayı ve insanlığı etkileyen dünya çapında sorunlar haline gelmiştir. Çevre sorunlarının temelinde öncelikle ekonomik gerekçelerin çevreyi korumanın önüne alınması ve buna bağlı olarak gerçekleşen hızlı endüstrileşme vardır. Ayrıca doğanın küçümsenmesi ve doğadaki tüm canlıları korumak yerine sadece insanı üstün gören insan merkezli çevrecilik de önemli sorunlar yaratmıştır. Bunun yerine doğa merkezci, tüm canlıların (bitkiler, hayvanlar) yaşam hakkına saygı duyan yeni ve derin bir ekoloji anlayışına ihtiyaç vardır.
Bu amaçla 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde BM İklim Değişikliği Zirvesi toplanmış ve sera etkisi yaratan gazların (kömür ve petrol yakıtlı ısı santralleri, soğutma-ısıtma teknolojileri, otomobil egzoz gazları) üretimini sınırlandırmak amacıyla bir protokol imzaya açılmıştır. Ancak dünyada en büyük sera gazı üreticisi (tüm üretimin %25’i) konumda olan ABD bu protokolü henüz imzalamamıştır.
Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3’tür. Bu suların %97,5’i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, %2,5’i ise nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunmaktadır. Bu kadar az olan tatlı su kaynaklarının da %90’ının kutuplarda ve yeraltında bulunması sebebiyle insanoğlunun kolaylıkla yararlanabileceği elverişli tatlı su miktarının ne kadar az olduğu anlaşılmaktadır.
Su varlığına göre ülkeler;
•Su Fakiri Ülkeler: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az olan ülkeler,
•Su Kıtlığı Çeken Ülkeler: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 3.000 m3’ten daha az olan ülkeler,
•Yeterli Suyu Olan Ülkeler: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 3.000-10.000m3 arasında olan ülkeler;
•Su Zengini Olan Ülkeler: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 10.000 m3’ten daha fazla olan ülkeler olarak sınıflanmaktadır.
Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su kıtlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m3 civarındadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmüştür. Bu durumda 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının tüm kaynaklarımızı koruduğumuz durumda bile 1.120 m3/yıl civarında olacağı söylenebilir. Ayrıca bütün bu tahminler mevcut kaynakların 20 yıl sonrasına hiç tahrip edilmeden aktarılması durumunda söz konusu olabilecektir. Bu sebeple Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynakların çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir.
Günümüzde 2,1 milyar insanın evlerinde güvenli içme ve kullanma suyu bulunmuyor. 1,8 milyardan fazla insan hiçbir dezenfeksiyon işleminden geçirilmemiş suları tüketiyor. Küresel iklim değişikliği nedeni ile 1,2 milyar insan aşırı yağışlar, seller ve kuraklık tehlikesi içinde yaşıyor. 2050 yılına kadar tatlı su talebinin de %30 artacağı hesaplanıyor. Günümüzde atık suların ise %80’ninden fazlası arıtılmadan doğaya geri veriliyor ve bu atık sular doğal su kaynakları için önemli bir kirlilik tehditi oluşturuyor. XX. yüzyılın başından itibaren sulak alanların büyük bir bölümü düzensiz kentleşme, kontrolsüz sanayileşme, yeni tarım alanları kazanma gibi insan aktiviteleri sonucu ya kaybedildi ya da yeraltı ve yerüstü su kaynakları; nehirler ve göller yine insan aktiviteleri sonucu hızlı bir kirlenme sürecine girdi. Ayrıca küresel iklim değişikliğinin durdurulamaması nedeni ile günden güne daha fazla ortaya çıkan aşırı yağış ve seller gibi nedenlerle su kaynakları ya kirlenmiş ya da kuraklık gibi nedenlerle kaybedildi.
Oysa BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından belirlenen “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” içinde 2030’a kadar dünya üzerindeki her insanın güvenilir suya erişimi altıncı önemli hedef olarak belirlenmiştir. 2030 yılına az bir süre kala bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için dünyanın yetersiz olan ve dengesiz dağılım gösteren tatlı su kaynaklarının kirlenmeden korunması zorunluluğuna tüm ülkelerin dikkatini çekebilmek için 2019 yılında “herkes için su” ve 2018 yılında “su için doğa” gibi temalar belirlenmiştir. Bu temalar ile ülkelerin günden güne kirlenen ve yitirilen doğal su kaynaklarını koruyabilmesi; mümkünse geri kazanabilmesi için projeler geliştirmesine dikkat çekilmesi hedeflenmektedir. Önerilen projeler arasında yeraltı ve yer üstü sulak alanların korunması; gerekiyorsa içme suyu barajlarının yapımı, tarım ilaçları ve suni gübre kaynaklı tarımsal kirliliğin önlenmesi, kaybedilen ormanların yeniden yetiştirilmesi, toprak erozyonunun önlenmesi, iklim değişikliğinin ve iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı seller gibi tabloların kontrol altına alınması gibi projeler vardır. Dünya çapında, tüm bu doğal önlemlerin sağlanabilmesinde; daha sürdürülebilir bir su geleceği sağlamak ve daha sağlıklı ve daha refah toplulukların gelişimini desteklemek için, mali desteklere ilaveten, ileriyi gören kentleşme, araziyi kullananlar, kanun yapıcılar, birlikler, yardım kuruluşlarının birlikte gerekli adımları atmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Hepimizin oynayacağı bir rol vardır. Birçok doğa tabanlı çözüm, sağlık, ekonomi, toplum ve çevre için birden fazla birlikte yarar sağlar ve böylece daha verimli ve maliyet-etkin çözümler sunabilirler.
Nerede olursanız olun ve 22 Mart'ta ne yaparsanız yapın, onu doğa ve suyla ilgili yapın. Daha ayrıntılı bilgiye Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalının internet adresinden (http://webb.deu.edu.tr/halksagligi/index.php) “Güncel Konular” başlığı altında ulaşabilirsiniz (kaynak: Bayrak G, Soysal A. 22 Mart Dünya Su Günü. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Topluma Yönelik Bilgilendirme Dizisi, 2018)
[Internet Adresi] https://drive.google.com/file/d/1tk_wRdUtQ_N3zxIfGROMYjMsIToFKf46/view
Hemodiyaliz Resertifikasyon Sınavı
Nefroloji Bilim Dalımızın Hemodiyaliz Resertifikasyon Sınavı 03 Nisan 2019 tarihinde saat 10:00 Hemodiyaliz Merkezi Seminer Saolununda yapılacaktır.
Sınava katılacak personel listesi aşağıdaki gibidir.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GERİATRİ BİLİM DALI
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren bilim, teknoloji ve sağlık alanındaki gelişmelere paralel olarak beklenen yaşam süresi ve dünya nüfusu belirgin bir şekilde artmaya başlamış ve yirminci yüzyılın başlarında geriatri bilim alanının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yaşlanma bir hastalık değil, doğumla başlayıp ölüme kadar devam eden doğal bir süreçtir. Sıklıkla yaşlıların hastalık ve şikâyetleri önemsenmez, yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak düşünülür. Yaşlı hastaların, hastalığa yaklaşımı da genelde benzer şekildedir. Bu nedenle semptomlar göz ardı edilir ve doktora bildirilme oranı düşüktür. Tüm bunlar tanıda ve tedavide gecikmeye neden olur. Oysa organ sistemlerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler sonucu oluşan yaşlanma ile hastalıklara bağlı bulgular karıştırılmamalıdır.
İlerleyen yaş ile birlikte;
• Ortaya çıkan fizyolojik değişikliklerin hastalık bulguları ile karışması
• Fonksiyonellikte gerileme
• Artan komorbidite (eşlik eden kronik hastalıklar) ve buna bağlı olarak polifarmasinin (çoklu ilaç kullanımı) sıklığı
• Hastalıkların atipik prezantasyonları (değişken bulgular göstermesi)
• Kırılganlığın ortaya çıkması
• Tanı ve tedavideki güçlükler: Geriatrik olguların hastalıklarının takip ve tedavisinde birden çok klasik uzmanlık alanı bilgisinin ortak kullanımının gerekliliği; dolayısı ile bu hastaların yönetimi için farklı branşlardan hekimlerin müdahalesine ihtiyaç duyulması
• Sağlık kaynaklarının fazla kullanımı
• Etik problemler
Bunların doğal sonucu olarak da tedavi maliyetlerinin artması gibi durumlar GERİATRİ bilim alanının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ayrıca, ilerleyen yaşla ilgili yukarda belirtilen değişimler nedeniyle genel hipokratik tıp, yerini sendromal tıbba bırakarak “GERİATRİK SENDROMLAR” ortaya çıkmıştır:
• Demans (Bunama)
• Deliryum
• Tremor
• Depresyon
• İnkontinans
• Düşmeler
• Polifarmasi (Çoklu İlaç Kullanımı)
• Malnutrisyon (Beslenme Bozukluğu)
• Bası yaraları
• Sarkopeni
• Kırılganlık (Frailty)
• Bakıcı tükenmişliği
Geriatrik olguların sağlık problemlerini ‘Geriatri’ başlığı altında toplarken; tanı, takip ve tedavi konusunda hekim, hasta ve hasta yakınlarının yaklaşım ve beklentilerinin farklılık göstermesi olguların değerlendirilmesinde klasik hipokratik tıp yaklaşımından farklı bir yaklaşımın geliştirilmesini zorunlu kılmıştır.
Klasik hastalık bilgisi yanında ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan ve yaşlı sağlığını etkileyen fiziksel, kognitif, afektif, sosyal, finansal ve inançla ilgili değişimleri ve bunların karşılıklı etkileşimlerinin de tespit edilmesi gerekmektedir. İşte bu beklentilerin karşılanması amacıyla “Ayrıntılı Geriatrik Değerlendirme” geliştirilmiştir ve milenyum ile birlikte bütün dünyada yaygın olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıntılı Geriatrik Değerlendirme (AGD), geriatrik olguların değerlendirilmesinde temel yöntem olarak kabul edilmiştir ve geriatrik sendromların tam olarak değerlendirilmesi de AGD ile mümkün olabilmektedir.
Klasik tıbbi değerlendirme yöntemlerinin yanında AGD şunları içermektedir;
• Kapsamlı tıbbi değerlendirme
• Mobilitenin değerlendirilmesi: Denge-Yürüme, düşmeler, yürüme hızı
• Kas gücü ve miktarı
• Beslenmenin değerlendirilmesi: Gıdaya ulaşım, çiğneme, yutma
• Fonksiyonelliğin değerlendirilmesi: Günlük yaşam aktiviteleri ve yaşam kalitesi
• Duygudurum değerlendirilmesi: Depresyon, anksiyete, bakıcı tükenmişliği
• Kognitif değerlendirme: Bellek ve davranış
• İlaçların değerlendirilmesi
• İnkontinansın (idrar ve gaita kaçırma) değerlendirilmesi
• Ağrının değerlendirilmesi
• Uykunun değerlendirilmesi: Süre, zaman, kalite, seyir
• Yaşanılan ortamın değerlendirilmesi: Sosyal, ekonomik, mimari.
Yaşam beklentisinin uzaması ve yukarda belirtilen gerekçeler ışığı altında Geriatri Bilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2012 yılında kurulmuştur. 2015 yılında, Bilim Dalı bünyesinde “Yaşlanan Beyin ve Demans Ünitesi” ve ardından bu ünite kapsamında Türkiye’nin ilk beyin bankası da kurulmuş olup faaliyetlerine devam etmektedir.
Bilim Dalımız bünyesinde hastalarımıza yukarıda belirtildiği gibi ayrıntılı geriatrik değerlendirme uygulanmakta, geriatrik sendromların tanısı konularak tedavi ve takibi yapılmaktadır.
Birimlerimiz:
1) Geriatri Poliklinik Hizmetleri:
• Herhangi bir kronik hastalığı olmayan ancak düzenli sağlık kontrollerini yaptırarak ya da erişkin aşılama, meme muayenesi gibi koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanarak ‘Başarılı Yaşlanmak’ isteyenler,
• İdrar kaçırma (üriner inkontinans), depresyon, düşme, beslenme bozukluğu, bası (yatak) yaraları, çoklu ilaç kullanımı (polifarmasi), uyku problemi, sarkopeni ve kemik erimesi olan hastalar sağlık hizmeti alabilmektedir.
• Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, kansızlık, vitamin eksiklikleri gibi sağlık kontrollerinin takip ve tedavisi ileri yaşın hassasiyetleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır.
• Bakıma muhtaç yakınlarının bakımından sorumlu kişilerde ortaya çıkan bakıcı tükenmişliği olan bireyler bakım veren poliklinik hizmetlerimizden faydalanabilmektedir.
2) Geriatri Klinik Hizmetleri:
13 yataklı kliniğimizde akut ve subakut bakım kapsamında yatarak tedavi edilmesi gereken hastalarımızın tıbbi durumlarının önceliğine göre bir sıralama ile klinik yatışları yapılmaktadır.
3) Yaşlanan Beyin ve Demans Ünitesi bünyesinde;
• Tanı ve Tedavi Birimi: Her türlü kognitif yıkım için değerlendirme ve BOS(beyin omurilik sıvısı)’ta Amiloid beta, total tau ve fosfo Tau ölçümleri yapılabilmektedir.
• Bakım Veren Birimi: Demans tanılı hastaların yakınları başta olmak üzere diğer hastalıkları nedeniyle yaşlılara bakım veren hasta yakınlarında gelişen Bakıcı Tükenmişliği ile mücadele edilmektedir.
• Beyin Bankası: Alzheimer hastalığı başta olmak üzere bütün demansların kesin tanısı için beyin dokusunun incelenmesi şarttır. Bunun dışında yapılan değerlendirmelerle demansa neden olan nörodejeneratif süreçler ancak “olası” ya da “muhtemel” tanılar olmaktadır. Bu nedenle hem kesin tanı için hem de hasta yakınları için potansiyel net riskin anlaşılması amacıyla takibini yapmış olduğumuz hastalarımız ve yakınları rızaları olduğu takdirde vefat sonrası beyinlerini bağışlamaktadırlar. Bu beyinlerin incelenmesiyle hastalığın kesin tanısı mümkün olmaktadır. Böylece hasta yakınları için gerçek (mevcut) risk faktörleri ile mümkün olduğunca mücadele edilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde bir ilktir.
* Bilim Dalımızda yürütülen bilimsel çalışmalar hızla bilimsel makalelere dönüştürülmekte gerek ulusal gerekse uluslararası yayın organlarında yayınlanmaktadır.
* 2017 yılında Geriatri Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan IŞIK öncülüğünde kurulan Geriatrik Bilimler Derneği, ülkemizde geriatri disipliniyle ilgilenen tüm sağlık çalışanları ile geriatri ve gerontoloji konusunda hizmet etmek isteyen tüm bireyleri bir araya getirerek ülkemizde geriatri ve gerontolojinin en iyi şekilde algılanmasını ve eylem planlarının geliştirilmesini amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, geriatristler ve geriatri interdisipliner ekibinin üyeleri olan geriatri hemşireleri, fizyoterapistler, beslenme uzmanları, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, gerontologlar, huzurevi hekimleri ve yaşlı bakım elemanları ile ülkemizde bu disiplinin hak ettiği pozisyonu ve üretkenliği kazanması temel hedef olarak belirlenmiştir. Ayrıca, ülkemizde geriatrinin bilimsel gelişimi yanında sosyal gelişimi, bilinirliğinin arttırılması, sağlık politikaları içinde hak ettiği yeri alması ve geriatri ile ilgilenen sağlık çalışanlarına rehberlik etmek için çalışmalar yapmak da hedeflenmiştir. Ulusal/uluslararası kongre ve seminerler düzenlemek, bilimsel yayınlar, rehberler ve kılavuzlar hazırlamak, ulusal ve uluslararası bilimsel kurumlar, özel ve resmi kuruluşlar, derneklerle iş birlikleri yapmak, geriatriyle ilgili kurumlara danışmanlık/rehberlik sağlamak ve toplumun bilinçlendirilmesi için eğitim materyalleri ve projeler üretmek de Geriatrik Bilimler Derneği’nin hedefleri arasında yer almaktadır.
* Geriatrik Bilimler Derneği’ne ait internet sayfası olan www.geriatrikbilimlerdernegi.org adresi üzerinden hem sağlık profesyonellerine hem de topluma yönelik içeriklere erişim sağlanmaktadır. Bu sayfa üzerinden dernek faaliyetlerinin takip edilmesi ve güncel bilgilere erişilmesi mümkün olmaktadır. Topluma yönelik hazırlanan sayfada başarılı bir yaşlanma süreci başta olmak üzere yaşlandıkça sıklığı artan kronik hastalıklar, unutkanlık, idrar kaçırma, kemik erimesi gibi hastalık ve problemlere yönelik bilgiler ve önerilere yer verilmektedir. ‘Bize Ulaşın’ formundan derneğe iletilen mesajlar, uzmanlar tarafından değerlendirilerek gerekli danışmanlık hizmeti sağlanmaktadır. İnternet sayfası yanında sosyal medyada Instagram ve Twitter hesaplarından da paylaşımlar yapılmaktadır. Yakın zamanda hayata geçirilmesi planlanan Youtube kanalında da hem sağlık profesyonellerine hem topluma yönelik içerikler sunulması hedeflenmektedir.
* Bilim Dalımız ve Geriatrik Bilimler Derneği iş birliği ile 2013’ten bu yana her yıl “Geriatri Günleri” isimli bilimsel sempozyum düzenlenmektedir. Bu yıl 21 Eylül 2019’da yedincisi düzenlenecek sempozyumda “Başarılı Yaşlanma” teması işlenecektir. Bunun yanında Bilim Dalımız ve Geriatrik Bilimler Derneği, Hemşirelik Fakültesi ve İzmir Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü işbirliği ile bu yıl ikincisi olmak üzere “Uygulamalı Geriatri Hemşireliği Kursu“ düzenlenmektedir.
* Hastalarımızın yanı sıra bizler için önemli olan bakım verenlere verdiğimiz poliklinik hizmeti yanısıra periyodik olarak yayınlamaya başladığımız ‘Bakım Veren Bülteni’ aracılığıyla bakım verenlerin yükünü ve tükenmişlik duygusunu azaltacak içerikler sağlamaktayız. Bakım verenlere yalnız olmadıklarını hissettirmeyi amaçlamaktayız. Bunun hem bakım verenlerin hem hastalarının yaşam kalitesinin artmasına yardımcı olduğunu düşünmekteyiz.
Özetle, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Geriatri Bilim Dalı, beklenen yaşam süresinin uzun olduğu Ege Bölgesi’nde yaşlılara hak edilen sağlık hizmetini vermeyi amaçlamaktadır.
SAĞLIKLI BÖBREK, SAĞLIKLI GELECEK
Her yıl Mart ayının ikinci Perşembesi Dünya Böbrek Günü olarak kutlanmaktadır.
Bu yılda 14 Mart 2019 günü Dünya Böbrek Günü olarak kutlanacaktır.
Kronik Böbrek Hastalığı dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Böbrek hastalığı erken saptanırsa sıklıkla önlenebilir veya ilerlemesi geciktirilebilir. Ancak hastalığın sinsi seyretmesi ve farkındalığının düşük olması nedeniyle erken dönemde tespit edilmesi zordur. Bireylerin hastalığın farkında olmaması nedeniyle son dönem böbrek yetmezliği gelişmekte ve yaşam kalitesi bozulmaktadır.
Türk Nefroloji Derneği’nin ülkemizde yaptığı bir tarama çalışmasında Türkiye’deki her 6-7 erişkinden birinde çeşitli evrelerde kronik böbrek hastalığının olduğu saptanmıştır.
Dünya Böbrek Gününde; böbrek sağlığı konusunda toplum bilincini arttırmak, kronik böbrek hastalığında erken tanının önemini vurgulamak ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Bu vesileyle böbrek sağlığının önemi üzerine düşünme fırsatı vermektedir.
Kronik böbrek hastalığından korunmak için 10 Altın Kural;
• Düzenli egzersiz yapın
• Sağlıklı beslenin,
• İdeal vücut ağırlığınızı koruyun
• Tuzu azaltın,
• Yeterli miktarda sıvı alın,
• Sigara içmeyin
• Ağrı kesici ilaçlardan kaçının, gereksiz ilaç kullanmayın
• Kan basıncınızı düzenli olarak ölçtürün
• Kan şekerinizi düzenli olarak ölçtürün
• Şeker hastalığınız ve tansiyon yüksekliğiniz varsa böbreklerinizi düzenli olarak kontrol ettirin.
GLOKOM NEDİR
Halk arasında ‘göz tansiyonu’ olarak da bilinen glokom görme siniri olan optik sinirin hastalığıdır ve dünyada körlüğün önde gelen nedenlerinden biridir. Normalde gözümüzün içinde hümör aköz adı verilen göz içi sıvısı üretilmektedir. Bu sıvı devamlı bir şekilde üretilirken aynı zamanda dengeli bir şekilde emilerek boşaltılmaktadır. Bu sıvı normalde herkeste olan normal göz içi basıncının oluşmasını sağlamaktadır. Eğer bu göz içi basıncı düzeyi görme sinirine zarar verecek düzeyde yüksek olursa o zaman glokom hastalığı meydana gelmektedir. Glokom çoğunlukla erişkinlerde ve 40 yaş üzerinde karşımıza çıkan bir hastalık olmakla beraber çocuklarda, gençlerde, hatta yenidoğanlarda bile görülebilmektedir. Dünya çapında yapılan çalışmalarda glokomun genel görülme sıklığı 40 yaş üzerinde %2-4 olarak bulunmuştur ve bu oran yaş ilerledikçe artmaktadır. Yine ailesinde, birinci derece akrabalarında glokomu olan bireylerde glokom gelişme olasılığı artmaktadır. Glokom sinsi bir hastalıktır ve başlangıçta belirti vermez. Hastalık ilerledikçe görme sinirindeki harabiyet artar bu da görme alanında daralmaya neden olur. Görme sinirinde harabiyet ilerlemeden erkenden tanı konması ve tedavinin başlanması çok önemlidir. Glokom teşhisinde göz içi basıncının ölçümü, görme sinirinin değerlendirilmesi ve görme alanı testi yapılır. Glokom açısından hastalar muayene edilirken göz dibine bakılarak görme siniri değerlendirilmekte, ayrıca Optik Koherens Tomografi cihazıyla da görme sinirinin değerlendirilmesi yapılmaktadır. Hastalığın başlangıçta belirti vermemesi nedeniyle hastalık ilerlemeden erken tanı konması için herkesin, özellikle de 40 yaş üzerindeki bireylerin yıllık göz muayenelerini yaptırmaları çok önemlidir. Glokom tedavisinde kanıtlanmış tek yaklaşım göz içi basıncının düşürülmesidir. Bu amaçla göz içi basıncını düşürücü damlalar, lazer ve cerrahi yöntemlere başvurulmaktadır. Hastalığın erken tanı ve tedavisi glokomun ilerlemesini durdurmakta ve görme kaybını engellemektedir. Geç dönemde gelen hastalarda uygulanacak tedavi ile görme sinirindeki hasar geri döndürülemez. Bu nedenle glokomun erken teşhisi için özellikle 40 yaş üzerindeki bireylerin hiçbir şikayetleri olmasa da yılda bir kez göz muayenesi olmalarını önermekteyiz.
TIP FAKÜLTESİ 41. YAŞINI KUTLADI
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi 41. yaş günü Kurucu Öğretim Üyeleri Konferans Salonu’nda coşku ile kutlandı. DEÜ Rektör Yardımcıları Prof.Dr. Aynur Akay, Prof.Dr. Prof.Dr. Uğur Malayoğlu, Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Murat Celiloğlu, Dekan Yardımcıları Doç.Dr. Başak Baykara ve Doç.Dr. Sefa Kurt, İzmir Tabipler Odası Başkanı Prof.Dr. Funda Barlık Obuz, Hastane Başhekim Vekili Prof.Dr. Nurettin Ünal, öğretim üyeleri ve çalışanların katılımıyla kutlandı. 1 Mart 1978 yılında kurulan fakültenin yaş gününde açılış ve İstiklal Marşı DEÜ Konservatuvarı Orkestrası ile başladı.
Orkestranın sunduğu müzik dinletisinin ardından ev sahibi Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Murat Celiloğlu DEÜ Tıp Fakültesi’nin sağlık, bilim, eğitim alanında yüzyıllar boyu adından söz ettiren İzmir kentinde yine tüm bu alanlarda kendine yakışan DEÜ Tıp Fakültesi’nin çok emeklerle bugünlere geldiğini söyledi. 1978 yılında 12 öğretim üyesiyle başlayan bu eğitim ışığının bu gün 426 öğretim üyesi, 2 bin öğrenciyle ve 5 bini aşkın hekimle bugünlere geldiğini belirten Celiloğlu, “Genç bir fakülteden dinamik, çağdaş, aklın ve bilimin ışığında ilerleyen olgun bir fakülte olduk. Bugün Tıp Fakültesi ve Uygulama Araştırma Hastanesi’nde günümüz teknolojisiyle uyumlu, dünyanın her yerinde çalışabilecek hekimler yetiştirme hedefindeyiz. Yıllar boyunca bu meşalenin ışığını sönmeden tutan emek veren herkese teşekkür ediyorum, kaybettiğimiz değerlerimizi de saygıyla anıyorum. Bizler bu eğitim meşalesinin ışığını olabildiğince yükseklere çıkarmayı hedefledik Nice 41 yıllara diyorum” diye konuştu.
Mezunlar adına bir konuşma yapan DEÜ Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Neslihan Emiroğlu ise öğrenci olarak, akademisyen olarak, yönetici olarak bu kurumda olmaktan mutluluk duyduğunu belirterek, fakültenin 41. yaş gününde konuşma yapmaktan da onur duyduğunu söyledi. DEÜ Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekim Vekili Prof.Dr. Nurettin Ünal da hastane ve tıp fakültesinin birlikte daha çok çalışmaya devam edeceğini ifade etti. Fakültede 15 ve 30 yılını doldurmuş ve emekli olan akademik ve idari personel plaketlerinin sunulmasının ardından tören sona erdi.
GERİATRİ HEMŞİRELİK KURSU
II. UYGULAMALI GERİATRİ HEMŞİRELİĞİ KURSU
II. UYGULAMALI GERİATRİ HEMŞİRELİĞİ KURSU detaylı bilgi için tıklayınız
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ EĞİTİM BİRİMİ
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde sağlık hizmet kalitesini artırmak amacıyla, tüm çalışanların eğitimlerinde, eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi, eğitimin sürekliliğinin sağlanması, eğitim planlarının hazırlanması, planlanan eğitimlerin uygulanması ve eğitim değerlendirilmelerinin yapılması gerekmektedir. Bu amaçla SKS Eğitimi: “Sağlık Hizmeti Kalitesinin Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik” doğrultusunda Üniversite Hastanelerinde Hastane Hizmet Kalite Standartlarının uygulanması için tüm hastane çalışanlarına verilen eğitimdir. Eğitimlere öncelikle hastanede çalışmaya yeni başlayan personele, hastane ve görevine uyum sürecini kolaylaştırmak, hastanenin kurum kültürünü, genel kurallarını ve uygulamalarını aktarmak amacıyla oryantasyon (uyum) ve hastanede hizmet kalitesini, hasta/çalışan güvenliği ve memnuniyetini, çalışanların mesleki ve kişisel gelişimlerini arttırmaya yönelik hizmet içi eğitim verilmektedir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Kalite Birimi Eğitim Komitesi’nin Sağlıkta Kalite Standartları (SKS) çerçevesinde ön gördüğü eğitimleri yürütmek üzere 09.08.2018 tarihinde EĞİTİM BİRİMİ kurulmuştur. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Eğitimi Birimi çalışmaları; Prof.Dr. Tonay İNCEBOZ koordinatörlüğünde, Dr.Öğr Üyesi Yavuz DOĞAN, Hastane Müdürü Sakine Başak Kaya, Uzm.Hem.Serap İLERİ, Uzm.Hem.Zerrin ATAMAN ve eğitim birimi çalışanı Gülsüm ERKİN tarafından sürdürülmektedir.
Eğitim Birimi çok kısa sürede; 2018 yılına kadar yeni başlayan personel, hemşire ve tıpta uzmanlık öğrencilerine genel oryantasyon (uyum) sınıf eğitimi tamamlamıştır.
Ayrıca Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Başhekimlik, DEUZEM ile birlikte uzaktan eğitim planlayarak, konunun uzmanları tarafından Sağlıkta Kalite Standartları ve Kalite, Güvenlik Raporlama Sistemi, Hastane Enfeksiyonları ve Enfeksiyon Kontrol Önlemleri – El Yıkama, Renkli Kodlar, Kimlik Tanılama ve Hasta Kimliği Doğrulama, Atık Yönetimi, Düşme Riskinin Değerlendirilmesi ve Önlenmesi, İletişim, Hasta Memnuniyeti, Hasta Hakları, Mahremiyet, Yangın Güvenliği ve Afet Planı, İş Sağlığı ve Güvenliği, İlaçların Güvenli Transferi, Nütrisyonel Destek Süreci, Hemovijilans, Farmakovijilans ve Advers Etki Bildirimi, Yasal Sorumluluklar ve Hasta Hakları, SKS ve Hasta Güvenliği, Akılcı İlaç Kullanımı v.b. konularda eğitim yapılmıştır. Bu eğitimin işleyişi; hastane çalışanlarımızın çalıştıkları alanlara göre eğitim tanımlandıktan sonra ilgili konu için ön test (5 soru), eğitim videosu izleme, son test (5 soru) şeklindedir. Eğitim alan çalışanın son testteki 5 sorunun 3’ünü doğru yanıtlaması beklenmektedir. Bu şekilde eğitim alan çalışan, ilgili alanda başarılı kabul edilmektedir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Birimi olarak; 2018 yılı içerisinde sağlık çalışanlarına birçok konuda eğitim tanımlanarak toplam 15.727 eğitim başarıyla tamamlanmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi değerli uzman eğitim kadrosu ile sağlık çalışanlarına eğitimi istedikleri zaman ulaşılabilir hale getirmiş oluyoruz. DEUZEM sistemi ile eğitim verilmesinin avantajı, hem eğitimcilerin, hem de eğitim alan kişilerin değerli zamanlarını yönetebilmelerine fırsat vermektedir. 2019 yılında da, SKS ve bireysel gelişimi sağlayan gönüllü eğitimlerini, tüm çalışanlarımıza büyük bir heyecanla sürdürmeyi hedefliyoruz.
UYGULAMALARLA ETKİLİ İLETİŞİM SEMİNERİ
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi ve Türk Hemşirelik Derneği İzmir Şubesi ortaklığında düzenlenen Uygulamalarla Etkili İletişim Semineri’ne davetlisiniz.
MESLEK HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİMİZ TÜM ÇALIŞANLARIN HİZMETİNDEDİR
Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte biri çalışan nüfustür. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tahminlerine göre dünyada her yıl ortalama 2 milyon insan meslek hastalıkları (MH) nedeniyle hayatını kaybetmekte ve 160 milyon insan MH tanısı almaktadır. Ülkelerin gayrisafi milli hasılalarının %4'ünden fazlasının iş kazası ve MH nedeniyle kaybedildiği tahmin edilmektedir. Bu veriler ışığında iş sağlığının bir halk sağlığı sorunu olduğundan bahsetmek mümkündür.
Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için çalışmalar sürmektedir. 2012 yılında ihdas edilen İş ve Meslek Hastalıkları Yan Dal Uzmanlık (IMHU) eğitimi bu alanda yapılan önemli bir faaliyettir. İMHU, birinci, ikinci ve üçüncü basamakta, İSG alanında öncelikle MH erken tanısı ve işe dönüş ve rehabilitasyon hizmetlerinin sunumu, koruyucu hizmetlerin planlanması ve çalışma yaşamında iş ve meslek hastalıklarıyla ilgili danışmanlık hizmeti sunumu, bilirkişilik yapma, İSG alanında ulusal ve uluslararası projeler geliştirme ve alanda yeni bilgi üretimi, ve MH kayıt, bildirim ve izlem sistemlerinin oluşturulması ve geliştirilmesi gibi birçok alanda görev alacak kapasite ve yetkinlikte olması beklenen uzmanlardır.
Dokuz Eylül Üniversitesi İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı Kasım 2013 ‘ de kurulmuştur. Birimimiz hem yan dal uzmanlık eğitimi hem de sahaya hizmet sunumunda önde gelen kurumlardandır. Kurulduğu tarihten bu yana 2 yan dal uzmanlık öğrencisi mezun olmuştur. Halen 6 uzman hekim yan dal uzmanlık eğitimine devam etmektedir. Kliniğimizde toplam 2031 olgu değerlendirmiştir. Işyerleri, SGK ya da diğer hekimler tarafından sevk edilen olgularda ayrıntılı klinik değerlendirme ve çalışma ortamının değerlendirilmesi yapılmaktadır. Göğüs hastalıkları servisi içinde 3 adet yatağı mevcut olup lüzum halinde hasta yatışı da yapılabilmektedir. Sahada ya da kamuda çalışan tüm İSG profesyonelleri ve hekimlik yapan meslektaşlarımızla iletişimde olamnın bizleri güçlendireceğine olan inancımız tamdır. Kurum ve birim olarak İSG kültürünün geliştirilmesinde yapılacak tüm çalışmalarda her konuda destek sunmayı görev biliyoruz.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde ‘Gezici Kütüphane’ hizmeti
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde hastalar, refakatçılar ve personele yönelik sosyal hizmetlere bir yenisi daha eklendi ve yataklı servislerde “Gezici Kütüphane” hizmeti uygulaması başlatıldı. Kurumda bir ilk olan bu uygulama, Hastane Müdür Yardımcısı F. Sultan Ergün’ün çalışmalarıyla Haziran 2014 yılında hayata geçirildi. Hibe edilen yayınlardan örnek bir kütüphane oluşturuldu, kitap dağıtımına Haziran 2014’te başlandı.
06 Haziran 2014 tarihinde 250 bağış kitapla kurduğumuz kütüphanemizde tamamı bağışla topladığımız 12717 adet kitabımız bulunmaktadır. Bu hizmetimizle çalışanlarımız, çalışanlarımızın çocukları, hastalarımız refakatçılarımız ve öğrencilerimiz kitap okuyor. 2014 yılından itibaren okuyucularla buluşturduğumuz kitap sayısı 27247 adede ulaşmıştır. Hedefimiz Kütüphanemizdeki kitap sayısını arttırmak, daha fazla okuyucuya ulaşmaktır.
Kurumda örnek bir uygulamayı gerçekleştirdiklerini ve ilginin güzel olduğunu belirten Hastane Müdür Yardımcımız F. Sultan ERGÜN “Bilgi kıymetli bir hazine ve kitap okumak çoğu zaman iyi bir terapidir.” düşüncesiyle, hastanemizde yatarak tedavi gören hastalarımız ve yakınlarının gezici kütüphanelerden yararlanarak iyi vakit geçirmesini sağlamaktır. Başlattığımız bu yeni uygulama ile okuma sevgisini aşılamayı hedefledik. Geri bildirimler memnuniyet vericidir. Gezici kütüphanemizde yer alan kitaplara birer numara vererek fihrist oluşturduk. Hasta ve yakınlarının bilgisayar ortamında yer alan yatış bilgileri dahilinde kitapların kime, hangi tarihte verildiğini kayıt altına alıyoruz. Kitap okumak isteyen personelin de bilgileri (çalıştığı bölüm ve telefon numarası) kayıt ediliyor. Kitaplar okunduktan sonra (15 gün içinde) kütüphaneye teslim ediliyor. Süre aşımında bilgilendirme yapıyoruz.
Hastane Kütüphanemizdeki kitapları belirli aralıklarla Tınaztepe Merkez Kütüphanesindeki Merkez Kütüphanesinde bulunan “Kitap Yıkama Makinasında” ozon gazı ile dezenfekte etmekteyiz”
Hastanemizde ilk kez gerçekleşen bu uygulamaya öncülük etmekten mutluyum. Türkiye genelinde birçok hastane bizi örnek alarak “Gezici Kütüphane “ hizmeti sunmaya başlamıştır. Gezici Kütüphane uygulamasının devamında bir de kapsamlı bir “Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Kütüphanesi” projemiz var. Başhekimimizin öncülüğünde bu projeye yönelik çalışmalarımız devam ediyor.”
DEÜ’DEN BİR GÜNDE 175 KÖK HÜCRE BAĞIŞI
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi öğrencileri ve personelleri, lösemi hastaları için başlatılan kök hücre ve kan bağışı kampanyasına destek verdi. Kısa süre içerisinde 175 bağışçı kök hücre için kan örneği verirken, 60 kişi de kan bağışında bulundu
Ege Bölgesinin önde gelen sağlık kuruluşlarından olan Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi, anlamlı bir kampanyaya imza attı. DEÜ Acil Tıp Asistanı Dr. Coşkun Kahraman öncülüğünde ve Kızılay Kan Merkezi ile birlikte, sağlık yerleşkesi içerisinde kök hücre ve kan bağışı kampanyası düzenlendi. Yoğun katılımın gerçekleştiği etkinlikte 175 kişi kök hücre bağışçısı olmak üzere kan örneği verirken, 60 kişi de kan bağışında bulundu. Etkinlikte konuşan Dr. Coşkun Kahraman, 18-50 yaş aralığında bulunan kronik hasta olmayan ve düzenli ilaç kullanmayan 50 kilogram üstü herkesin kök hücre bağışı yapabileceğini kaydetti
ÖNEMSİYORUZ
DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, kök hücre ve kan bağışını önemsediklerini belirterek, “Sağlık hizmeti de veren bir üniversite olarak kan bağışının önemsiyoruz. Bugün çok sayıda öğrencimiz ve personelimiz kan ve kök hücre için gönüllü bağışçı oldu. Kızılay Kan Merkezi ile birlikte gerçekleştirilen ve bir gün süren bağış kampanyamızın Öykü Arin kızımız ve onun gibi birçok lösemi hastasına umut olmasını diliyoruz. Kök hücre bağışçısı olmak ve nice Öykü'lere umut olmak elimizde” diye konuştu.
KAN BAĞIŞI GÖNÜLLÜLERİ BEKLENİYOR
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Kan Merkezi görevlileri tarafından kurulan kan bağışı standı, vatandaşları hayat kurtarmaya davet etti
YENİ GÖREVLERİNDE BAŞARILAR DİLERİZ
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi olarak kadrolarımızı güçlendirmeye devam ediyoruz. Ailemize yeni katılan, alanlarında uzman akademisyenlerimiz; Acil tıp hekimi Prof. Dr. Figen COŞKUN’a ve kardiyoloji hekimi Prof. Dr. Mehmet Birhan YILMAZ’a yeni görevlerinde başarılar dileriz.
KEMOTERAPİ HASTALARI MÜZİK DİNLETİSİ İLE MORAL BULDU
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Başhekimliğine bağlı Gündüz Tedavi Merkezi’nde kemoterapi tedavisi gören hastalar, müzik dinletisi ile moral buldu.
Yaklaşık 1 saat süren programda halk müziği, sanat müziği ve sevilen Türkçe parçaları seslendiren gönüllü sanatçılara ilgi büyüktü. Tedavi Merkezi Sorumlu Hemşiresi Deniz ARSLAN, günlük yaklaşık 100 hastaya kemoterapi tedavisi verdiklerini belirterek, ‘’ Onkoloji hastalarının zorlu mücadelelerinde onlara destek olmak ve bir süreliğine bulundukları ortamı unutturup daha iyi hissetmelerini sağlamak için sevgililer gününü sevgi günü ilan edip hastalarımıza gönüllü sanatçılarımız eşliğinde moral verdik.’’ dedi. Arslan, müziğin; kemoterapi sürecindeki hastaların maruz kaldığı sorunları azalttığını belirterek organizasyonda büyük emeği geçen ekibine teşekkür etti. Programın ardından gönüllü sanatçılar böylesi bir işin parçası olmaktan mutluluk duyduklarını ifade etti.
Organ Bağışı
Organ Bağışı
Kişinin hayatta iken, serbest iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesidir.
Organ Nakli
Vücutta görevini yerine getiremeyen organın yerine, canlı veya kadavradan alınan sağlıklı organın, cerrahi yöntemlerle hastaya nakledilmesi işlemidir
Beyin Ölümü
Tüm beyin, beyincik ve hayati merkezlerin yer aldığı beyin sapı denilen özel beyin bölgesinin fonksiyonlarının geri dönülmez şekilde kaybolduğu ve mutlak ölümle sonuçlanan bir süreçtir.
Beyin ölümü kavramı, koma ve bitkisel hayat kavramları ile karışmaktadır. Beyin ölümü ile bitkisel hayat arasındaki en büyük fark;
Beyin ölümünde; beyin kesin ve geri dönüşümsüz hasar almıştır. Tüm tıbbi destek tedaviye rağmen hiçbir iyileşmenin beklenmemektedir. Buna karşın bitkisel hayat ve komada; yitirilen beyin fonksiyonlarının kısmen de olsa geri dönebilmesi söz konusudur. Bitkisel hayat ve komada hasta tıbbi destek ile yaşamına devam edebilmektedir.
Kimler Organ Bağışında Bulunabilir?
2238 sayılı yasaya göre, on sekiz yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan herkes organlarının tamamını veya bir bölümünü bağışlayabilir.
2238 Sayılı “Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkındaki Kanun”a göre ;
Madde 14 - Bir kimse sağlığında vücudunun tamamını veya dokularını, tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlar için bıraktığını resmi veya yazılı bir vasiyetle belirtmemiş veya bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamamış ise sırayla eşi, reşit çocukları, ana veya babası veya kardeşlerinden birisinin; bunlar yoksa yanında bulunan herhangi bir yakınının muvafakatiyle ölüden organ ve doku alınabilir. Aksine bir vasiyet ibraz edilmedikçe kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular alınabilir. Ölü, sağlığında kendisinden ölümünden sonra organ veya doku alınmasına karşı olduğunu belirtmişse organ ve doku alınamaz.
Organ Bağışının Dini Yönden Sakıncası Var Mı?
Büyük dinlerin çoğu organ bağışını onaylamakta ve desteklemektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 6.3.1980 Tarih Ve 396 sayılı kararı ile organ naklinin caiz olduğunu açıklamıştır.
Bu Kararda;
- Zaruret halinin bulunması, hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının mesleki ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir doktor tarafından tespit edilmesi,
- Doku ve organı alınacak kişinin bu işlemin yapılmış olduğu sırada ölmüş olması,
- Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ ve dokusu alınacak kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının sağlanması,
- Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması,
- Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak olan bu nakle razı olması gerekir.
Kuran-ı Kerim’de
"Kim Bir İnsana Hayat Verirse Onun Tüm İnsanlara Hayat Vermişçesine Sevap Kazanacağı" beyan olunmaktadır.
(Maide Suresi, Ayet 32)
Organ Bağışı Nereye Yapılır?
- İl Sağlık Müdürlükleri,
- İlçe Sağlık Müdürlükleri,
- Hastaneler,
- Sağlık Ocakları,
- Organ nakli ile ilgilenen vakıf, dernek vb. kuruluşlarda organ bağışı işlemi yapılabilir.
Organ Bağışı ile ilgili Hastanemizdeki İletişim Bilgileri;
Telefon: +90 (232) 412 23 88
Adres: Mithatpaşa Cad. No: 1606 İnciraltı Yerleşkesi 35340 Balçova / İzmir
9 Şubat Sigarayı Bırakma Günü
Tütün bağımlılığı diğer hastalıklar gibi tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bu hastalık nedeniyle ülkemizde yılda 110 bin kişi ölmekte 7 milyon sakatlık oluşmaktadır Tütün bağımlılığının ülke ekonomisine getirdiği yük yıllık 50 milyar dolardır. Tütün bağımlılığının artması için yoğun çaba harcayan tütün endüstrisi insanlarımızın ölümü pahasına bu ticareti maalesef sürdürmektedir.
Tütün bağımlılığının tedavisi için hastanemiz bünyesinde Göğüs Hastalıkları Anabilim dalı polikliniğinde ve Aile Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğinde sigara bırakma polikliniği bulunmaktadır Çalışanlarımıza ve hastalarımıza hizmet vermektedir.
DEÜ PLASTİK, REKONSTRÜKTİF VE ESTETİK CERRAHİ AB MARKASI OLDU
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Avrupa Plastik Cerrahi Eşyetkilendirme Kurulu (EBOPRAS) tarafından Avrupa’da 7, Türkiye’de ise akredite edilen ilk merkez oldu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi, ‘sağlıkta kalite’ anlayışıyla yaptığı çalışmaları, Avrupa Birliği akreditasyonları ile taçlandırıyor. Avrupa Plastik Cerrahi Eşyetkilendirme Kurulu (EBOPRAS); sahip olduğu altyapı ve akademik yeterlilik nedeniyle Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’nı akredite etti. DEÜ, Avrupa’da 7, Türkiye’de ise ilk akredite edilen merkez olma ünvanını kazandı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, makamında ağırladığı hastane yetkililerini kutlayarak, “Avrupa’nın önemli sağlık merkezi haline gelen hastanemizi ve yetkililerini tebrik ediyorum” dedi. Rektör Hotar, “Hastanemizin sağlık alanındaki başarıları, hem halkımızın hem de Avrupa’daki önemli kuruluşlarının teveccühlerine layık oluyor. Rektörlüğümüz, Dokuz Eylül Üniversitesi hastanemizin güçlenmesi, ulusal ve uluslararası alanda başarılarının geliştirilmesi ile teknolojik imkanlarının çağa uygun şekilde güncellenmesi noktasında desteğini arttırarak sürdürmektedir. Akademisyenlerimizin çalışmalarıyla iftihar ediyoruz, bilimsel projelerinde yanlarında oluyoruz. Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı hocalarımız, alanlarında Türkiye’de ilk olmayı başarmış ve göğsümüzü kabartmıştır. Bu akreditasyon ile Dokuz Eylül Üniversitemiz sağlık turizmi başta olmak üzere birçok alanda öncü olacaktır. Kendilerine teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum” dedi.
AYRICALIK SAĞLAYACAK
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Can Karaca da, “EBOPRAS’ın akreditasyonu ile eğitim kalitemizi ispatlamış olduk. Bu başarı; yurtdışındaki hastaların ülkemizi ve hastanemizi tercih etmesi açısından büyük önem taşıyor. Mezunlarımız AB tarafından akredite olan bir kurumdan mezun olmanın ayrıcalığını yaşayacak, bu durum eğitim ve akademisyen değişimi çalışmalarında da artı değer katacaktır” diye konuştu.
4 Şubat Dünya Kanser Günü - Erken Teşhis Hayat Kurtarır....
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatri Günleri’nin yirmincisi 6–9 Mart 2019 tarihlerinde İzmir Sabancı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir.
Değerli Meslektaşlarımız;
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatri Günleri’nin yirmincisi 6–9 Mart 2019 tarihlerinde İzmir Sabancı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir. Bu yıl sempozyumumuzu 2018 yılı içinde elim trafik kazaları ile kaybettiğimiz çok kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Sayın Namık ÇEVİK, Prof. Dr. Sayın Gülersu İRKEN ve Prof. Dr. Galip KÖSE anısına düzenliyoruz.
Prof. Dr. Sayın Namık ÇEVİK hocamız; 1987 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne atanmış, üniversitemizin rektörlüğünü yaptığı yıllarda çok başarılı projeleri hayata geçirmiştir. Hocamız sadece Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Onkoloji alanlarında değil pek çok farklı alanda da öncü olmuştur. Üniversitemizin bütçesini arttırmış, akademik kadroyu güçlendirmiş, Türkiye’nin modern radyoterapi birimini, Türkiye’nin ilk Manyetik Rezonans, Böbrek ve safra Böbrek ve Safra Taşlarını Kırma makinesini üniversitemize kazandırmıştır. Türkiye’de ilk Acil Tıp Anabilim Dalı kurulmasın da öncülük etmiştir. Hocamız Mayıs 2000 yılında Başkent Üniversitesi Rektör Danışmanı olmuş ve Başkent Üniversitesi Zübeyde Hanım Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nde görevini sürdürmüştür.
Prof. Dr. Sayın Gülersu İRKEN hocamız; Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 27 yıl çalışan, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı’nın kurucusu olan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD başkanlığını yapan, çok sayıda öğrenci, pediatri uzmanı ve pediatrik hematoloji yan dal uzmanlık öğrencisinin yetişmesinde eğitime yoğun katkıda bulunan, hastaların güncel yaklaşımlarla tedavisini sağlayan çok değerli hocamız 2015 yılında üniversitemizden emekli olmuştur.
Prof. Dr. Galip KÖSE hocamız, 1981 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında göreve başlamıştır. Dokuz Eylül Pediatrinin ilk hocalarından olup uzun yıllar pediatri eğitimi ve sağlık hizmetinde aktif olarak çalışmış, her biri çok kıymetli doktor ve öğretim üyesi olan asistanlar ve öğrenciler yetiştirmiştir. Hocamız Ocak 2011 tarihinde emekli olmuş ve aktif serbest hekimliğine devam etmiştir. Bizler çok kıymetli, yetişmemizde çok emekleri olan, hocalarımızı ebediyete uğurlamış olmanın derin üzüntüsünü duyuyoruz.
Sempozyumdan bir gün önce Çocuk Acil Tıp ve Yoğun Bakım Derneği’nin deneyimli üyeleri tarafındanÇocuklarda İleri Yaşam Kursu (ÇİYAD) gerçekleştirilecektir.Bu yıl bir ilke imza atarak çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında sağlık ekibimizin vazgeçilmez bir parçası olan hemşirelerimizle birlikte Dokuz Eylül Üniversitesi 1. Pediatri Hemşireliği Günleri sempozyumu düzenlenecektir. İzmir ve çevre illerde görev yapan tüm çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları, aile hekimleri, halk sağlığı uzmanları, ilgili tıpta uzmanlık öğrencileri, pratisyen hekimler, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile ilgili hemşire ve diğer sağlık çalışanlarını aramızda görmeyi bekliyoruz.
Sempozyumun ilk gün sabah Prof. Dr. Sayın Namık ÇEVİK anma töreni ve anısına Çocuk Onkoloji oturumları; yine ilk gün öğleden sonra Prof. Dr. Sayın Gülersu İRKEN anma töreni ve anısına Çocuk Hematoloji oturumları düzenlenecektir.Çocukluk çağı hemanjiomlarına, çocukluk çağı lenfadenopatilerine, karında kitlesi olan çocuğa yaklaşım ve onkolojik aciller; Hemoglobinopatilere, kanama diyatezlerine, K vitamini eksikliğine yaklaşım ve yaygın damar içi pıhtılaşma konularında güncel yaklaşımlar tartışılacaktır. Pediatrik onkoloji ve hematolojiye yıllarca emek vermiş, değerli oturum başkanlarının da katkısıyla oturumların çok eğitici ve unutulmaz geçeceğini düşünmekteyiz.
Sempozyumun ikinci günü sabah Prof. Dr. Galip KÖSE anma töreni yapılacaktır. Sempozyumun ikinci gününde yine pediatride çok deneyimli oturum başkanları ve konuşmacıların katılımlarıyla çocukta besin alerjisine yaklaşım, boy kısalığına yaklaşım, serebralpalsiyeyaklaşım, olgularla hayatı tehdit eden yenidoğan acilleri, vezikoüreteralreflü, brusella, influenza, boğmaca enfeksiyonlarıve akılcı antibiyotik kullanımı konuları tartışılacaktır. Amacımız güncel bilgiler ışığında çocukların tanı, tedavi ve izlemlerini sağlamaktır.
Dokuz Eylül Üniversitesi Birinci Pediatri Hemşireliği Günleri programında değerli oturum başkanları ve konuşmacıların katkılarıyla Türkiye’de pediatri hemşireliği, pediatrik hasta güvenliği, pediatri hemşireliğinde şefkat yorgunluğu, teknoloji kullanımı, yenidoğan yoğun bakım hemşireliğinde güncel yaklaşımlar, eğitim yöntemlerinin pediatri hemşireliğinde kullanımı konuları tartışılacaktır.
Sempozyumumuza destek veren, bizlerle birlikte olan, bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan herkese şimdiden teşekkür ediyor, sizleri bu bilimsel etkinliğe davet ediyoruz.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Murat DUMAN
Sempozyum Başkanı
Bebek Dostu Hastane Dokuz Eylül Üniversitesi
ANNE SÜTÜNÜN ÖNEMİ
Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF , ilk altı ay bebeğe su dahil hiçbir ek gıda verilmemesini, sonrasında 24 aya kadar ek gıdalar ile birlikte emzirmeyi önermektedir. Anne sütü 0-6 aylık bebeklerde vazgeçilmezdir. 2 yaşına kadar da emzirme büyük önem taşımaktadır. Bebekler 0-2 yaş grubunda enfeksiyonlara karşı çok açıktır. Anne sütü bebeklerde bağışıklığı artıran temel besindir. Emzirme, anneyi meme kanseri ve rahim kanseri gibi hastalıklardan korunmaktadır.
EMZİRME DANIŞMANLIĞI MERKEZİ
Annelere emzirme desteği verildiğinde emzirmenin devamlılığı daha fazla sağlanmaktadır. Yeni doğum yapmış annelerde en çok göze çarpan sorunlar arasında bebeğini emzirmede zorluk yaşaması, bebeğin kilo kaybı, sarılığın yükselmesi, memeyi reddetme, annelerde göğüslerin şişmesi, meme çatlakları, meme apsesi (Mastit) yer almaktadır. Annelerin büyük bir bölümü memelerinde meydana gelen sorunlar yüzünden bebeklerini emzirememekte ve erken dönemde mama kullanmaya başlamaktadır.
Bu süreç ne kadar doğal da olsa annelere yardım gerekebilir. Emziren anneler güven, cesaret ve desteğe ihtiyaç duyarlar. Bu desteği verecek kişi emzirme gözlemini bilen deneyimli bir hastane çalışanı olmalıdır. Anne bebekle çabuk buluşamadığında emme süreci uzamakta, devamında aile panik yaşayarak yetersizlik hissi, güven kaybı oluşmaktadır.
Emzirme Danışmanlığı Merkezi olarak, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde doğum yapan her anneye emzirme eğitimi verilmektedir. Emziren her anne ziyaret edilir, meme muayenesi yapılır, emzirmeleri sorgulanır, hangi teknikle, ne sıklıkla bebeklerini besleyecekleri, kendilerinin nasıl beslenecekleri anlatılır. Bebek emmiyorsa anneye, bebeği besleme yöntemleri, sütünü de nasıl sağacağı ve saklayacağı anlatılır.
Emzirme Danışmanlığı Merkezi olarak bugüne kadar yaklaşık 36 bin anneye emzirme eğitimi ve danışmanlık hizmeti verilmiştir. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde gözlenmektedir ki; emzirme oranları ve ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenen bebek sayısı her geçen yıl yükselmektedir.
Hastanemiz, 1999 yılından itibaren “Bebek Dostu Hastane” unvanı almıştır. 2015 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan Bebek Dostu Hastane denetlemesinde Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Emzirme Danışmanlığı, çalışmalarından dolayı Sağlık Bakanlığı Üst Kurulu’nca “Teşekkür Belgesi”ne layık görülmüştür.
EMZİRME POLİTİKASI
1-Hastanemizde doğan tüm bebekler tibbi bir gereklilik olmadıkça yalnızca anne sütü ile beslenirler,biberon ,emzik ya da ek besin kullanılmaz.
2-Gebelik öncesi dönemde tüm anne adayları ve diğer aile bireyleri sözlü , yazılı (Gebelik ve Anne Sütü el kitapçığı) ve video gösterileri ile anne sütü ve emzirmenin önemi konusunda eğitilir .
3- Bebekler doğumu takiben ilk yarım saat içinde Hemşire/Emzirme Eğitim Hemşiresi gözetiminde emzirilir(sezeryan doğumlarda anne kendine gelir gelmez,en kısa sürede). Uygun emzirme gerçekleşene dek anneye pratik destek sağlanmaya devam edilir.
4-Anne ve bebeğin görsel ve tensel teması kolaylıkla sağlayabilecekleri şekilde aynı odada kalmaları sağlanır, sağlık sorunları dışında ayrı kalmalarına izin verilmez.
5-Annelere bebeklerini bebeğin istediği sıklıkta ve sürede emzirmeleri öğütlenir. Taburcu olana dek anne ve diğer aile bireyleri anne sütünün önemi, emzirme ve karşılaşabilecekleri sorunlar hakkında sözlü ve yazılı (Anne Sütü ve Emzirme el kitapçığı) olarak bilgilendirilir.
6-Taburcu olduktan sonra düzenli Sağlam Çocuk Polikliniği kontrolleri ile emzirmenin devamı sağlanır. Ayrıca acil sorunlarını telefon ile danışabilecekleri numaralar verilir.
7-Anneler, bebeklerin ilk 6 ay anne sütünden başka bir besine gereksinimleri olmadığı ve ek besinlere mutlaka doktor önerisiyle başlanması gerektiği konusunda bilgilendirilir.
8-Anneler bebeklerinden ayrı kalmak zorunda olduklarında emzirmenin devamının nasıl sağlanacağı konusunda bilgilendirilir.
9-Hastane içerisinde anne sütünün önemini anlatan ve emzirmeye özendirici pano ve görsel araçların kullanımı sağlanır.
10-İlgili tüm sağlık personeli bu politika doğrultusunda düzenli aralıklarla eğitilir ve destekleri sağlanır.
İletişim bilgileri: 0 232 412 31 65
08:00 - 22:00
Anestezik Gazların Atmosfere Salınımında Farkındalık Önemli
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Leyla İyilikçi Karaoğlan, anestezi alanında her gün ameliyathanelerde kullanılan gazların atmosfere etkisi konusunda anestezistlerin farkındalık düzeyinin büyük önem taşıdığına işaret ederek, "Hekimlerin bilgisi bazı rutin anestezi uygulamalarına da yansıyacak ve böylece sera etkisinde en önemli suçlananlardan olan anestezik gazların da çevre kirliliğindeki payı azaltılabilecektir." dedi.
DEÜ Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı öğretim üyeleri olarak bu konuda bir bilimsel çalışma hazırladıklarını belirten Prof. Dr. Leyla İyilikçi Karaoğlan uzun dönemde kaydedilen iklim verilerine göre yeryüzünün ısındığını, ısınmanın en büyük nedeninin ise sera etkisinin hızlanması olduğunu belirtti. Anestezik gazların da bu ısınmada çok etkili olduğunu ifade eden Karaoğlan, anabilim dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Volkan Hancı ,Doç. Dr. Şule Özbilgin ve Uzm. Dr. Sibel Büyükçoban ile birlikte hazırladıkları bilimsel çalışmayla Türkiye'deki anestezi hekimlerinin ameliyathanede kullandıkları gazların etkisini bilip bilmediğini ölçmeyi hedeflediklerini söyledi. Bu çalışmada Türkiye’de 207 anesteziyoloji hekimine internet ortamında yapılan ankete göre anestezi uzmanlarının yüzde 57'sinin, küresel ısınmanın sebepleri arasında sayılan ve ameliyathanede kullanılan gazların "sera etkisini" bilmediği ortaya çıktı. Ankette katılımcılarının yüzde 23.2'sini eğitim ve araştırma, yüzde 17'sini devlet hastanesi, yüzde 16.9'unu özel hastane çalışanlarının oluşturduğu hekimlere, ameliyathanede kullandıkları gazların sera etkisi üzerine sorular yöneltildi. Çalışma sonucunda, hekimlerin yüzde 57'sinin küresel ısınmanın en büyük nedenleri arasında gösterilen anestezik gazların sera etkisini bilmediği belirlendi. Ameliyathanede kullanılan gazların atmosfere etkisi konusunda yüzde 91.3'ünün eğitim almadığı ve yüzde 41.1'inin anestezik gazlar arasında atmosferi en çok kirleten nitroz oksit kullandığı tespit edildi.
Prof. Dr. Karaoğlan, hekimlere, anket kapsamında 35 soru yönelttiklerini ve ameliyathanede en sık kullanılan gazın, en büyük kirletici nitroz oksit olduğunu öğrendiklerini söyledi. Ameliyathanelerdeki rutin alışkanlıkların değiştirilmesiyle çevre kirliliğinin de azaltılabileceğini dile getiren Karaoğlan, çalışmayla ilgili şunları söyledi: "Günümüzde bir kişinin, kurumun ya da herhangi bir ürünün doğaya saldığı sera gazlarının oranının bilinmesi önemlidir. Başlıca hava kirleticilerinin başında olan nitroz oksit anestezi idamesinde sık kullanılan bir gazdır. Bu gazın ve diğer anestezik gazların doğaya salınımı küresel ısınmaya neden olmaktadır." Prof. Dr. Leyla İyilikçi Karaoğlan, hekimlerin konuyla ilgili farkındalığının artması gerektiğine dikkati çekerek, "Anestezi uzmanlarının konu hakkındaki bilgilenmeleri bazı uygulamalarında basit önlemler almalarına dünyamızın korunmasına katkı sağlayabilir. Düşük akımlı anestezi uygulamaları, ameliyathanelerdeki egzoz sistemlerinin atmosfere verilmesinin önlenmesi, sera etkisi yaratmayan gaz kullanımı, anestezi uygulamalarının yeniden düzenlenmesi çevre kirliliğini de azaltabilir” dedi.
Öte yandan aynı tür bilimsel çalışmanın bu sene Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencileri tarafından Özel Çalışma Modülü (ÖÇM) Farkındalık Projesi olarak yapıldığını belirten Karaoğlan projenin 2018 yılı Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kongresi’nde sunulduğunu, Türk Alman Derneği’nin Purscke ödülü yarışmasında da finale kaldığını söyledi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanemiz Normal Doğumu En Çok Destekleyen Üniversite Hastanesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Ameliyathane Hemşireliği Eğitim Programı Duyurusu
Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi tarafından 11 Şubat- 12 Mart 2019 tarihleri arasında Ameliyathane Hemşireliği Sertifikalı Eğitim Programı düzenlenecektir. Eğitim programının başvuru tarihleri 07 Ocak-04 Şubat 2019 olarak belirtilmiştir. Başvuru yapmak isteyen katılımcıların aşağıda bilgileri yer alan Zerrin ATAMAN ve Şükran AVCU ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.
Program Sorumlusu :
Şükran AVCU
Telefon : 0 232 412 50 38
Mobil : 0 505 525 00 30
E-mail : Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Zerrin ATAMAN
Telefon : 0 232 412 23 19
Mobil : 0 507 681 78 58
E-mail : Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
I. DENEY HAYVANLARI KULLANIM SERTİFİKASI EĞİTİM PROGRAMI
Acil Tıp Öğretim Üyesi Nöbet Listesi
Üniversitemizin Yeni Rektörü Prof.Dr. Nükhet Hotar Göreve Başladı...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Fatma Seniha Nükhet Hotar, görevine başladı. Rektör Hotar, DEÜ’nün yeni dönemde Türkiye’nin kazanımlarına katkı sağlayacak proje ve söylemlerle öncü olacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Fatma Seniha Nükhet Hotar, görevine başladı. Cumhurbaşkanlığı’nın 15 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazetede yer alan 2018/8 Kararı ile göreve getirilen Rektör Hotar, üniversitenin ilk kadın rektörü olarak tarihe geçti. Alsancak’taki Rektörlük Binasında düzenlenen devir teslim töreninde konuşan Rektör Hotar, üniversitenin önümüzdeki dönemde Türkiye’nin kazanımlarına katkı sağlayacak proje ve söylemlerle öncü olacağını söyledi. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, İzmir Valisi Erol Ayyıldız, akademisyenler, belediye başkanları, siyasi parti temsilcileri, çok sayıda bürokrat ve davetlinin katıldığı programda konuşan Rektör Hotar, “Bugün benim için çok özel, anlamlı ve heyecanlı bir gün. 1980 yılında öğrenci olarak başladığım; 1985’te ise akademik kariyerime ilk adımımı attığım üniversitemde 2002 tarihine kadar profesör olarak getirdiğim kariyerimi, siyasete geçtikten sonra geçici bir süre noktalamıştım. Bugün ise öğrencisi ve akademisyeni olduğum üniversitemde, böyle bir görevi almanın onurunu, gururunu, heyecanını ve sorumluluğunu yaşıyorum” dedi. Göreve atanması konusunda olumlu görüş bildirenlere de teşekkür eden Rektör Hotar, “Ben öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza, Meclis Başkanımıza, YÖK Başkanımıza, Vekillerimize ve bu konuda olumlu görüşlerini iletenlere teşekkür ediyorum. Bu görevlere gelirken çok ciddi araştırmalar yapılıyor ve ondan sonra görev veriliyor. Allah bizleri mahcup etmesin. DEÜ ailesinin; akademik ve idari personelimiz ile öğrencilerimizin el birliğiyle tek bir hedef olması; evrensel üniversiteler kuralları çerçevesinde ulusal ve uluslararası boyuta yükseltilmesi için çalışması gerekiyor. Hepimizin ortak hedefi bu olmalı. Bunun için de her türlü imkanını sunmaya hazırız. Gerek öğrencilerimiz gerekse öğretim elemanlarımız için bu yola çıkan herkese, iddia ediyorum Türkiye’deki üniversiteler içinde en üst imkanları sunmaya çalışacağız. Bu durum, üniversitemize avantaj sağlarken; hızlı atılımlar atabilmemiz için de ciddi başlangıçlar oluşturacaktır” diye konuştu.
FETÖ’YE SIFIR TÖLERANS
Millete, devlete ve devlet büyüklerine saygı noktasında milli ve manevi değerlerimiz çerçevesinde herkesin bir duruşu olacağına inandıklarını kaydeden Rektör Hotar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üniversitemizde devlet ve devlet büyüklerimize saygısızlığa, FETÖ ile teröre sıfır tolerans göstereceğiz. Buna karşın her türlü çalışmaya, bilimsel özgürlük çerçevesinde de destek olacağız. Kapımız, herkese açık olacak. Bir sistematiğimiz olacak. DEÜ İzmir’in ve Türkiye’nin bir mekanı olacak. Benim özlemim de şuydu: Ülkemizi ilgilendiren toplumsal ya da uluslararası bir olayda, insanların ‘üniversiteler ne diyor?’ diye merak etmesini isterdim. Böyle üniversiteler tabi ki var. DEÜ’nün de bu noktada ses verecek; ülkenin kazanımlarına katkı sağlayacak, yol gösterici proje ve söylemlerle öncü olmasını hep birlikte sağlayacağız. Bu konuda herkesin desteği çok önemli. Bu ülke hepimizin ve öğrencilerimiz de bizlerin geleceği. Dolayısıyla bütün imkânlarımızla ülkemizin ve milletimizin hizmetindeyiz” ifadesinde bulundu. Rektör Hotar, bugüne kadar yaptığı çalışmalardan dolayı da önceki rektörlere teşekkür etti.
ÇAĞ ATLATACAK
Devir teslim töreninde konuşan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ise Rektör Hotar’ı tebrik ederek, “Hocamızın bu görevi, güzel İzmir’e hayırlı olsun. Haberi alır almaz kendisini ilk tebrik eden biz olduk. Kendisi ile uzun yılara dayanan bir dostluğumuz var. DEÜ’nün benim için de ayrı bir önemi var. Çünkü üniversitenin kuruluşunda rahmetli babam Ekrem Pakdemirli Rektör Yardımcısı olarak görev aldı. Yani üniversitenin çimentosunda onun da harcı var. Bundan dolayı da duyguluyum. Eşim de üniversite personeli ve evladımız olduğu için görevine bir süre ara vermiş durumda. Rektörlüğe vekalet eden Prof. Dr. Erdal Çelik hocamız ise üniversitemizde kısa döneme huzur ortamının tesis edilmesi ve bilimsel çalışmaların tesisi açısında faydalı işler yaptı. Devlet ve yöneticilik tecrübesi ve bilgisiyle Nükhet hocamızın DEÜ’yü çağ atlatacağına inanıyorum” dedi.
DAHA İLERİ GÖTÜRECEKTİR
Törende konuşan eski Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik ise görevi süresince kendisine destek olan akademik ve idari personele içtenlikle teşekkür ettiğini vurgulayarak, “Göreve geldiğimiz zaman üniversitemiz sancılı bir süreç geçiriyordu. Ancak bunu güzel şekilde atlattık. Devletin mekanizmasını uyguladık. Bilimsel yönden de üniversitemizi iyi noktaya getirdiğimize inanıyoruz. Dokuz Eylül, bir marka ve yeni Rektör hocamızın da bunu daha ileri götüreceğine inanıyorum. Değerli hocamızın devlet tecrübesi ve siyasi geçmişi var. Bunlar önemli kazanımlar. Hocamızın daha iyi işler yapacağına inanıyoruz. Kendisinin arkasındayız. Hayırlısı olsun” dedi. Konuşmaların ardından Rektör Hotar, çalışmalarından ötürü eski Rektör Vekili Çelik’e çiçek hediye ederken; Çelik ise Rektör Hotar’a rektörlük cübbesini giydirdi. Rektör Hotar’ın kızı Ayşe ise annesine üniversite rozetini taktı.
Kaynak: DEÜ’NÜN İLK KADIN REKTÖRÜ HOTAR GÖREVE BAŞLADI (http://haber.deu.edu.tr/deunun-ilk-kadin-rektoru-hotar-goreve-basladi/)
Üniversitemizin 36. Kuruluş Yıldönümü Kutlaması
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ)’nin 36’ncı kuruluş yıldönümü, Kaya Termal Otel’de düzenlenen törenle kutlandı. Gecede; yıllar önce girdiği lisansüstü sınavları kazanan ancak devamsızlıktan kaydı silinen TBMM Başkanı Binali Yıldırım’a, Fen Bilimleri Enstitüsü’ne öğrenci olarak kaydedildiğini gösteren öğrenci kimlik kartı tarafından takdim edildi. Türkiye’nin marka yükseköğretim kurumlarından biri olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), 36’ncı kuruluş yıldönümünü Kaya Termal Otel’de düzenlediği bir gece ile kutladı. Çok sayıda davetlinin katıldığı etkinliğin onur konuğu TBMM Başkanı Binali Yıldırım’a büyük bir sürpriz yapan DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, yıllar önce girdiği lisansüstü sınavlarını kazanan ancak devamsızlıktan kaydı silinen Yıldırım’a Fen Bilimleri Enstitüsü’ne kaydedildiğini gösteren öğrenci kimlik kartını takdim etti. Salondaki davetlileri de şaşırtan sürprizden dolayı yaşadığı heyecanı dile getiren TBMM Başkan Yıldırım’ın “Çıkardığımız afla geri dönme imkanımız oldu” espirisi ise misafirlerin yüzünü güldürdü. İzmir milletvekilleri, belediye başkanları, bürokratlar, akademik ve idari personel ile öğrencilerin katıldığı programda İzmir’de olmaktan duyduğu mutluluğu dile getiren Meclis Başkanı Yıldırım, “Bu program vesilesiyle bir kez daha güzel şehrimiz İzmir’de sizlerle bir arada olmaktan bahtiyarlık duyuyorum. İzmir, sadece Ege’nin değil bütün Türkiye’nin takdirini kazanmış bir şehirdir. DEÜ’nün 36’ncı kuruluş yıl dönümü toplantısına bizi davet etme nezaketi gösteren çiçeği burnunda Rektörümüz Prof. Dr. Nükhet Hotar hanımefendiye ve Üniversitemizin saygıdeğer hocalarını da teşekkür ediyorum. Nükhet Hanım, hem akademik hem de siyasi tecrübesiyle DEÜ’ye çok şey katacaktır” dedi. Üniversitelerin Türkiye’nin geleceği olduğunu aktaran Meclis Başkanı Yıldırım, “Üniversiteler ülkemizin kalkınması, ilerlemesi ve modernleşmesinde itici güç görevi görürler. Demokrasi kültürümüzün ve evrensel düşüncemizin gelişmesinde üniversitelerin büyük sorumlulukları vardır. Yarının büyüyen Türkiye’si için bilim yuvası olan üniversitelerimizin daha da güçlenmesini arzu ediyoruz. DEÜ, 1982 yılında kurularak eğitim ve öğretime başladı. Geçen bu süre içinde ülkemizin saygın üniversiteleri arasında yerini aldı. Başarılarını her yıl daha da artırarak İzmir’in ve Türkiye’nin ilerlemesine büyük katkılar sağladı” diye konuştu. Türkiye’nin son 16 yılda büyük değişimler yaşadığını hatırlatan Meclis Başkanı Yıldırım, “Her alanda ülkemizi büyüttük, kalkındırdık ve çok şükür bugün ülkemiz, Cumhuriyetimizin 100’ncü yılı hedeflerine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine emin adımlarla ilerliyor” ifadesinde bulundu.
EN BÜYÜK SERMAYE İNSAN
Konuşmasında en büyük sermayenin insan olduğunu ifade eden Meclis Başkanı Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim en büyük sermayemiz insan sermayemizdir. Petrolümüz de yok doğalgazımız da ama mukayeseli üstünlüğümüz var. Bu, insandır; genç insan kaynağıdır. O halde gençlerimizi geleceğe en iyi şekilde hazırlamak gibi bir borcumuz var. Değerli rektörümüzün ifade ettiği hususun altını çiziyorum: Gençlerimize sonuna kadar güveniyorum.”
ÖZÜMÜZDEN KOPMADIK
Yaklaşık 85 bin akademik ve idari personeli ile öğrencilerden oluşan DEÜ’nün kuruluş amacının halkın refah ve mutluluğuna bilim ve eğitimle katkı koymak olduğunun altını çizen Rektör Hotar, ise “Üniversitemizin kuruluşunun temel amacı, milletimizin ihtiyaç duyduğu konularda çalışmak olmuştur. Bu yüzden 36 yıl boyunca hedefimizden sapmadan, özümüzden kopmadan yol almaya özen gösterdik. Üniversite olarak üstlendiğimiz bu manevi görevi başarıyla yerine getirmenin her zaman haklı gururunu yaşadık. Bizler, Dokuz Eylül ailesi olarak, önümüzdeki dönemde de evrensel eğitim anlayışımız, çağı yakalayan bilimsel çalışmalarımız ve nitelikli akademik yapımızla ülkemizin gelecek kuşaklarını yetiştirmeye, halkımıza hizmet etmeye devam edeceğiz” dedi.
SORUMLULUĞUMUZUN FARKINDAYIZ
Türkiye’nin 2023, 2053 ve 2071 Vizyonu ile şekillenen ulusal politikalarında DEÜ’nün olması gereken yerinin farkında olduklarını vurgulayan Rektör Hotar, “Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla işaret ettiği ‘Tek vatan, tek bayrak, tek devlet, tek millet’ ülküsü, bizim bu yoldaki kararlı olma anlayışımızdaki duruşun temelini oluşturmaktadır. Bugüne kadar aklın ve bilimin ışığında yürüyen üniversitemiz, önümüzdeki dönemde uluslararası alanda yükseköğretim ve bilimsel çalışmaların başarıya uluşması için iradesini ve yeteneğini artırarak ortaya koyacaktır” şeklinde konuştu. TAVRIMIZ NET Üniversitede bilimsel özgürlüğe her zaman saygı duyacaklarının altını çizen Rektör Hotar, “Milletimize, devletimize yönelik faaliyetlere; devlet büyüklerimize yönelik saygısızlığa; birliğimizi hedef alan teröristlere, milletimize 15 Temmuz ihanetini yaşatan FETÖ gibi şer odaklarına, üniversitemizde asla izin vermeyeceğiz. Bu konudaki tavrımız son derece açık ve net olacaktır. Üniversitemiz ülkemizin en saygın yükseköğretim kurumlarından birisi olarak 36 yıldır faaliyet göstermektedir. Adını ve itibarının zedelenmesine; emek verenlerin haklarının da boşa gitmesine müsaade edemeyiz” diye konuştu.
AKLINIZI KİMSEYE EMANET ETMEYİN
Konuşmasında üniversite öğrencilerine seslenen ve tavsiyelerde bulunan Rektör Hotar, “Kariyer hedefinizde çok özel bir kurumun parçası olarak yol aldınız ve almaya da devam ediyorsunuz. Bu süreci doğru şekilde bitirmeniz, aklı ve mantığı hür; vicdani kanaatleri gelişmiş bireyler olmanız bizim en büyük beklentimizdir. Üniversitemizin bugünlere gelmesinde, bir zaman sizler gibi olan hocalarınızın rolü ve emeği çok büyüktür. Dolayısıyla aidiyet duygunuzu hiçbir zaman yitirmeden, bilim ile yol almanızı; mutluluğu hedefleyen bireyler olmanızı diliyoruz. Bunlar, üniversitemizin sizden en önemli beklentisidir. Yolunuzu ve aklınızı asla birilerine emanet etmeyin. Kendinize güvenin; ailenizin, sevenlerinizin desteğini unutmayın; milletimizin beklentilerini boşa çıkarmayan bir yol izleminiz en büyük gururumuz olacaktır” dedi. EMEKTAR HOCALARA TEŞEKKÜR PLAKETİ Programda Rektör Hotar, üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin yaptığı ve Allah’ın 99 isminin yer aldığı Esma-ül Hüsna’yı Meclis Başkanı Yıldırım’a hediye etti. Meclis Başkanı Yıldırım ve Rektör Hotar, DEÜ’nden emekli olan öğretim üyelerine teşekkür plaketi verirken; 2017-2018 Eğitim Öğretim Dönemi’nde kendi bölümlerini dereceyle bitiren mezunlara da tablet hediye ettiler. Türkiye’nin Renkleri adlı müzik topluluğu opera yorumu ile Anadolu Türkülerini seslendirildiği gecede halk oyunları gösterileri de izleyenlerden tam not aldı.
ATATÜRK ANITINA ÇELENK KOYULDU
Üniversitenin 36’ncı kuruluş yıldönümü kapsamında akademik ve idari personel oluşan heyet, Rektör Hotar’ın öncülüğünde sabah Cumhuriyet Meydanındaki Atatürk Anıtına çelenk koydu.
Kaynak: DOKUZ EYLÜL’ÜN 36’NCI YIL HEYECANI (http://haber.deu.edu.tr/dokuz-eylulun-36nci-yil-heyecani/)
Tıp Fakültesi, Dahili Tıp Bilimleri Bölümü, Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enis İğci'nin Vefatı...
Babalar Günü Kutlaması
Ramazan Bayramı Kutlaması
Hastanemiz Kalite Koordinatörlüğünde Görevli Olan Candan Kıyman’ın Vefatı...
DUYURU
Hastanemiz Kalite Biriminde görev yapan Candan ALTUNOĞLU’nun vefat haberini 12.06.2018 tarihinde üzülerek almış bulunmaktayız. Cenazesi 14.06.2018 tarihinde öğle namazında Karaburun Liman Köyü Camisinden kaldırılacaktır. Cenazeye katılmak isteyenler için araç işletmeden araç sağlanacaktır. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı dileriz.
NOT: Hastanemiz Eski Dekanlık binası önünde saat 09.30’da tören düzenlenecektir.
İsmet UTANGAN
Başmüdür V.
DEÜ’lü Hemşireler, Hemşireler Günü’nde Doyasıya Eğlendiler
Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama Araştırma Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü tarafından ‘Hemşirelik Haftası’nı kutlamak üzere kahvaltı etkinliği düzenlendi. DEÜ Rektör V. Prof. Dr. Erdal Çelik, Genel Sekreter Doç. Dr. Recep Yiğit, Başhekim yardımcısı Prof. Dr. Recep Bekiş ve Hastane Başmüdür V. İsmet Utangan’ın da katıldığı etkinlikte, hemşireler bir taraftan doyasıya eğlenirken diğer taraftan da sorunlarını en üst düzeyde yetkililer ile paylaşma fırsatını buldu.
Tam gün süren etkinlikte Rektör V. Prof. Dr. Erdal Çelik ve Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Uzm. Hem. Ebru Melek Benligül, katılan tüm hemşirelerin masalarına giderek Hemşirelik Haftalarını kutladı ve hemşirelik mesleğinin sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştu. Rektör V. Çelik’in bu özel günlerinde yanlarında olmasından büyük mutluluk duyan Hemşireler, hemşirelik mesleğine verilen değeri hissettiklerini belirttiler. Rektör V. Prof. Dr. Çelik’te düzenli olarak sosyal birliktelik fırsatı yaratılmasının çalışanların motivasyonuna yapacağı katkıya değinerek böyle organizasyonlara katılmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi.
Üniversitenin Seferihisar Öğrenci Eğitim ve Dinlenme Tesislerinde düzenlenen etkinliğe, DEÜ Hemşireleri ve ailelerinden oluşan yaklaşık 450 kişi katıldı. Kahvaltının ardından ekip ruhunu geliştirmek, ortak dili konuşarak aynı hedefe yönelmek ekip içi iletişimi güçlendirmek amacıyla profesyonel organizasyon şirketinin katkılarıyla takım oyunları düzenlendi. Katılımcılar, tırtıl, halat çekme, çuval yarışı, bungee run, sumo güreşi gibi oyunlarda mücadele ederken, çocuklar da unutulmadı. Şişme oyuncaklar, palyaço ve yüz boyama etkinlikleri ile eğlenen çocuklar, bu güzel günde hemşirelik gibi çok zor bir mesleği olan anneleriyle hoşça vakit geçirmenin mutluluğunu yaşadılar. Oyunların sonunda, finale kalan ekipler arasında yapılan çekiliş ile bu güne özel yaptırılan tişörtler ve kahve fincanları sahiplerini buldu.
Etkinliğin çok kısa bir sürede planlanarak hayat geçmesini sağlayan Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Uzm. Hem. Ebru Melek Benligül, “Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü olarak, hemşirelerimizin gece gündüz fedakarca yaptıkları çalışmaların ödüllendirilmesi ve onlara verilen değerin hissettirilmesine olan ihtiyacın bilinciyle çok kısa bir sürede ve yoğun çaba ile gerçekleştirebildiğimiz etkinliklerin amacına ulaştığını görmek yapacağımız çalışmalar için de güç kaynağı oldu. Hemşirelerimizin moral depoladığı, kurumsal aidiyet ve bağlılık duygularının gelişmesine vesile olan bu tarz etkinliklerin sürekliliğini sağlamak için de hemşirelerimize söz verdik.” diye konuştu.
Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü, nöbette olduğu için etkinliğe katılamayan hemşireleri de unutmadı. Müdür Ebru Melek Benligül ve Süpervizor hemşire Hastanedeki tüm klinikleri ziyaret ederek meslektaşlarının Hemşirelik Haftalarını kutladı ve kendilerine bu güne özel hazırlanmış kahve fincanlarını armağan etti. Hem kahvaltı etkinliği hem de nöbette olduğu için etkinliğe katılamayan Hemşirelere yapılan jest sonrasında hemşireler, Hemşirelik Hizmetleri Geri Bildirim Sistemini teşekkür mesajları ile doldurdu. Dokuz Eylüllü olmanın ruhunu içlerinde hisseden hemşireler, hem Üniversite, hem Hastane hem de Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü yönetimine yürekten teşekkür etti.
DEÜ HASTANESİ’NDE YANGIN TATBİKATI
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde her yıl düzenlenen yangın tatbikatı bu kez Psikiyatri Servisinde yapıldı. Hastanemiz Sivil Savunma Birim Sorumlusu Mesut Dibek tarafından organize edilen tatbikatta, İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye ekipleri gerçek bir yangın görünümü oluşturdular. Psikiyatri Servisi hemşire odasından duman gelmesi üzerine daha önceden çalışılmış senaryoya göre, İtfaiyenin 110 numaralı telefonu aranarak tatbikat başlatıldı. Yangın alarmlarının çalması ile birlikte Serviste yatan hastalar güvenle toplanma yerine alındı ve yataktan kalkamayacak durumdaki hastaların tahliyesi gerçekleştirildi. Tatbikat sırasında hem İtfaiyeciler hem de DEÜ Hastanesi ekipleri görevlerini başarıyla yerine getirdi.
Tatbikatın ardından DEÜ Hastanesi Başmüdür V. İsmet Utangan Başkanlığında, Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Ebru Melek Benligül, İşyeri Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları Tuğba Demirel ve Gökşen Ekim, Sivil Savunma Birimi Sorumlusu Mesut Dibek ve İzmir İtfaiyesinde Görevli itfaiyecilerin katılımıyla toplantı düzenlendi. Toplantıda yapılan yangın tatbikatı değerlendirilirken, gelecek yıl daha büyük çaplı bir tatbikat düzenlenmesi ve o zamana kadar da yangın eğitimlerinin büyük bir titizlikle sürdürülmesi gerektiği karara bağlandı.
DEÜ TIP FAKÜLTESİ GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ BİR İLKE İMZA ATTI
Dokuz Eylül Üniversitesi Genel Cerrahi Kliniği, geçtiğimiz günlerde Karın içi tümörleri kanser cerrahisi alanında çok önemli bir başarıya imza attı. Avrupa Kanser Onkolojisi Derneği’nin dört alt kuruluşundan biri olan ‘European School of Surgical Oncology(ESSO)/European School of Peritoneal Surface Oncology(ESPSO)‘(Avrupa Periton Yüzey Kanserleri Okulu) DEÜ Genel Cerrahi Kliniği’ni Eğitim Merkezi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selman Sökmen’i de Eğitici ( Mentör) olarak onadı. Uzun yıllar süren çalışmaların ardından kabul edilmiş 32 merkez arasında, Türkiye’de ilk ve tek merkez olma başarısını gösteren DEÜ Genel Cerrahi Anabilim Dalı Türkiye’deki diğer merkezlere örnek olacak.
Avrupa Periton Yüzey Kanserleri Okulu’nun ‘Mentör’ olarak onayladığı Prof. Dr. Selman Sökmen, bu kabulü alabilmek için yaklaşık altı yıl önce başvurduklarını yapılan detaylı çalışmaların ardından bu onura layık görüldüklerini belirterek, 1996 yılından bu yana eğitim merkezi olmak için çok çalıştıklarını söyledi. İlk başlangıcı yapan önceki dönem Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’e öncü çabaları için çok teşekkür eden Sökmen, “Ortada çok önemli bir tecrübe ve miras var, bu işin bilimsel bir platform ve kurumsal bir çatıya kavuşması gerekiyordu. Bunun için bir çekirdek aşama geçilmiş oldu.” diye konuştu. Türkiye genelinde yayılmasına çalıştıkları tedavi paketinin bu aşamanın geçilmesinden sonra çok daha sağlıklı bir noktaya evrileceğini kaydeden Prof. Dr. Sökmen; “Merkezimizin kabulü de çok büyük bir kıvanç verdi ama omuzlarımıza bir o kadar da sorumluluk yükledi. Bende hem şahsım, hem kurumum hem de Ülkem için, duyurmayı, bu mutluluğu paylaşmayı arzu ettim ve konuyu Sayın Başhekimimiz Prof. Dr. Mete Edizer’e ilettim. Onun aracılığıyla haberdar olan Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Erdal Çelik arayarak kutladı ve kurumsal olarak çok gurur duyduğunu belirterek teşekkür etti. 2016’da kurulan merkezin gelişimi için her türlü desteği vereceğini ifade etti.” diyerek desteklerinden dolayı Hem Rektör V. Prof. Dr. Erdal Çelik’e hem de DEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer’e teşekkür etti.
DEÜ Genel Cerrahi Kliniğinin bu başarıyı kazanmasında en önemli faktör, son yıllarda karın içine yayılmış 4. evre kanserlerinde uygulanan yenilikçi tedavi yöntemleri. HIPEK ( Hipertermik Kemoterapi) adı verilen yöntemle, kalın bağırsak, yumurtalık, apendiks, karın zarı ve mide kanserlerinde, cerrahi olarak detaylı biçimde temizlenen karın içerisine ameliyat sırasında kemoterapi ilacı verilmesi ile yaşam süresinde önemli bir artış sağlanıyor. Hastalar Multidisipliner konsey tarafından çok detaylı bir çalışma sonrasında seçiliyor. Şu anda sadece ameliyat paketi SGK ödeme kapsamında. HIPEK tekniği ile ameliyatları yapmaya yaklaşık olarak 11 yıl önce başlayan Klinikte bu güne değin 500’ü aşkın hasta tedavi edildi.
DEÜ, NAMIK HOCASINI UNUTMADI NAMIK ÇEVİK’İN İSMİ FAKÜLTEDE YAŞAYACAK
Geçtiğimiz hafta vefat eden Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ikinci Rektörü Prof. Dr. Namık Çevik’in ismi, Balçova’daki Sağlık Yerleşkesinde yapımına başlanan Hemşirelik Fakültesi’nin Derslik Binasına verilecek. Namık Çevik anısına düzenlenen törende konuşan DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, “Bundan sonra hocamızın adını ve aziz hatırasını yaşatmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz” dedi.
Geçirdiği trafik kazası sonrası hayatını kaybeden Dokuz Eylül Üniversitesi’nin (DEÜ) ikinci Rektörü Prof. Dr. Namık Çevik’in ismi, üniversite senatosunun oy birliğiyle aldığı kararla Balçova’daki Sağlık Yerleşkesinde yapımına başlanan Hemşirelik Fakültesinin Derslik Binasına verilecek.
DEÜ Tıp Fakültesi’ndeki Kurucu Öğretim Üyeleri Konferans Salonu’nda düzenlenen Namık Çevik’i Anma Töreni’nde konuşan DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, “Hocamızın aramızdan ayrılmasıyla birlikte hepimiz çok derin bir üzüntü yaşadık. Son yaptığımız senato toplantısında da bu düşüncelerimizi paylaştık ve hocamız adına bir şey yapmak istedik. Böylece Balçova’daki İnciraltı Sağlık Yerleşkemizde inşaatı devam eden Hemşirelik Fakültesi’nin Derslik Binasına değerli hocamızın ismini vermeyi oy birliğiyle kararlaştırdık” dedi.
Prof. Dr. Namık Çevik’in eşi Prof. Dr. Necla Çevik ve aile üyeleri, DEÜ’nün önceki dönem Rektörleri Prof. Dr. Fethi İdiman, Prof. Dr. Emin Alıcı ve Prof. Dr. Mehmet Füzün ile DEÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oğuz Dicle, DEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer ile çok sayıda davetlinin katıldığı törende konuşan Rektör Vekili Çelik, “Bizler bundan sonra da hocamızın adını ve aziz hatıralarını yaşatmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz” diye konuştu.
Konuşmasında Çevik’in yetiştirdiği gençleri, ortaya koyduğu eserleri, insani duruşu ve örnek kişiliği ile Türkiye’nin en kıymetli bilim insanlarından birisi olduğunu kaydeden Rektör Vekili Çelik, “Hocamız uluslararası alanda saygınlığıyla bilinen mütevazı ve nevi şahsına münhasır bir isimdi. Üniversitemizin ikinci rektörü ve üniversitemizin tarihine de gerçek anlamda damga vuran bir şahsiyetti. Vefat haberini aldığımızda derin bir üzüntü yaşadık” ifadesinde bulundu.
BÜYÜK BİR ŞAHSİYETTİ
Cenaze törenlerinde bir insanın ne kadar sevildiğinin daha iyi anlaşıldığını aktaran Rektör Vekili Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hocamızın ebediyete intikal etmesinin ardından geçen şu kısacak sürede; öyle sanıyorum ki hepimiz birçok şeyi tekrar tekrar düşünmüş; hayatın her noktasında iz bırakmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamışızdır. Ben, hocamızın cenaze merasiminde kendi adıma şunları tespit ettim: Bir bilim insanı, sahip olduğu fikirleriyle kendisinden sonra gelenleri etkiliyor ve yetiştirdiği insanlarla anılıyorsa çok müstesna bir kişiliktir. Olağanüstü bir şey; bunu tartışmamıza bile gerek yok. Ama aynı bilim insanı, kendisini hiç tanımayan gencecik tıbbiyelinin ya da sokakta gördüğünde ve sadece selam verdiği birisinin gözünde yaş olabiliyorsa; işte o gerçekten büyük bir şahsiyettir. Allah, hepimiz için böyle dua eden; böyle içtenlikle düşünen insanları bizler için nasip etsin.”
Rektör Vekili Çelik, konuşmasının ardından Prof. Dr. Necla Çevik’i sahneye davet ederek, ona bir süre önce Basın Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü’nün Prof. Dr. Namık Çevik ile yaptığı röportajın görüntü kayıtlarını hediye etti.
SEVGİ TOHUMLARI ÇİÇEK AÇTI
Sahnede kısa bir konuşma yapan Prof. Dr. Necla Çevik ise eşi adına düzenlenen anma programı nedeniyle çok duygulandığını ifade etti. Bir çınarın yitip gittiğini kaydeden Çevik, “Acımı anlatmam mümkün değil. Biz 57 yıl boyunca bir bütündük. Ele ele, göz göze hayata paylaştık; ekmeği bölüştük. Bu kolay hazmedilecek bir şey değil. Ama bizler inançlı insanlarız. Bu hayatın ölümle sonlanacağını da biliyoruz” dedi.
Eşi hakkında yapılan konuşların çok anlamlı olduğunu vurgulayan Çevik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün sevgili eşim hakkında yapılan konuşmalarda; eşimin ektiği sevgi tohumlarının ne kadar güzel çiçek açtığını görünce çok mutlu oldum. Başta Rektörümüz olmak üzere üniversite mensuplarımıza, dinleyenlere ve katılımcılara insanlığın en büyük niteliği olan vefa duygusunu yaşattıkları için teşekkür ediyorum. Rektör Vekili Erdal Hoca’ya, da eşimi kaybettiğim günden bu yana ailemize gösterdikleri ilgiden dolayı ayrıca teşekkür etmek istiyorum.” Çevik, konuşmasının ardından eşi için yazdığı şiiri de okudu. Konuşmaların ardından Prof. Dr. Namık Çevik anısına düzenlenen kısa film gösterilirken, izleyenler zaman zaman gözyaşlarını tutamadı. Anma programı lokma dağıtımıyla son buldu.
İLGİ YOĞUNDU
Anma ve Saygı Töreninde; Türkiye Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, Başkent Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Hüseyin Gülay, DEÜ Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nur Olgun, DEÜ Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Duman, Mustafa Kemal Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Şerafettin Canda ile Prof. Dr. Mete Oktav kısa birer konuşma yaparak, duygu ve düşüncelerini paylaştı.
PROF. DR. NAMIK ÇEVİK DERSLİK BİNASI
İnciraltı Sağlık Yerleşkesinde yapımı devam eden fakülte binası, toplam 5 bin 742 metrekare alan üzerinde eğitim verecek. Yaklaşık 12 milyon TL’ye mal olması planlanan binada 4 kat yer alacak. Binanın ilk iki katında 8 derslik; son iki katında ise 4 amfi bulunacak. Bodrum katındaki okuma salonu ve bilgisayar laboratuvarı ise başta öğrenciler olmak üzere akademik ve idari personelimizin ihtiyaçlarına cevap verecek.
Hemodiyaliz / Periton Diyalizi Resertifikasyon Sınav Sonuçları
Hastanemizin Nefroloji Bilim Dalında gerçekleşen Hemodiyaliz / Periton Diyalizi Resertifikasyon Sınav Sonuçları için tıklayınız.
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı Kutlarız!
Acı Kaybımız
Karşılıksız Sevginin Vücut Bulduğu Tüm Annelerimizin, Anneler Günü Kutlu Olsun...
12-18 Mayıs Dünya Hemşirelik Haftası Kutlu Olsun
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi çalışanları Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü tarafından düzenlenen bowling turnuvasında buluştu.
Hemşirelik mesleğinin zorlukları karşısında hem moral depolamak hem de stres atmak için Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü tarafından düzenlenen Bowling turnuvası, renkli anlara sahne oldu. Turnuvada toplam 30 takım yarışırken; turnuvaya katılanlar, kıyasıya mücadeleye sahne olan yarışmada keyifli dakikalar yaşadılar.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde görev yapan 150 yarışmacı labutları devirmeye çalışırken, aileleri de onları heyecanla izledi ve mücadelelerine gönülden destek verdi. İlk turun sonunda, gruplarında en yüksek puanı alan takımlar yarı finale yükselmeye hak kazandı. Turnuvanın finalinde Nöroloji Servisi, Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi, Kan Bankası, Acil Servis ve Koroner Yoğun Bakım Ünitesi ekipleri karşı karşıya geldi. Finalde mücadele eden ekiplerden Nöroloji Servisi’nin “Star” takımı şampiyonluk kupasını kucaklarken, turnuvanın ikincisi Acil Servis, üçüncüsü Kan Şahinleri takımı oldu.
Hemşirelerin hem yorgunluk attığı hem de aralarındaki dostluk ve dayanışmayı güçlendirdiği yarışmada, turnuvada dereceye girenler kupalarıyla evlerine dönerken, dereceye giremeyenler bir dahaki turnuva için şimdiden hazırlık yapmaya karar verdiler. Turnuva bitiminde konuşan Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Uzm. Hem. Ebru Melek Benligül; bu tür organizasyonların sağlık çalışanlarının ekip ruhuyla birleşmesini sağlarken; aidiyet ve bağlılık duygusunu güçlendirmesi, çalışanların motivasyonunu arttırması açısından önemine dikkati çekerek, turnuvanın düzenlenmesine katkı sunan ve katılan tüm meslektaşlarını kutladı.
Etkinliğimizin fotoğraflarına facebook hesabımızdan ulaşabilirsiniz: https://www.facebook.com/deuhastanem/
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Dayanışma Günü
DEÜ’DEN DEV SAĞLIK YATIRIMI
Türkiye’nin yükseköğretimdeki marka kurumlarından biri olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), İnciraltı’nda bulunan Sağlık Yerleşkesinde Hemşirelik Fakültesi derslik binası için temel atma töreni gerçekleştirdi. Törende konuşan DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, “DEÜ, sağlık sektörünün ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücü ihtiyacını insana ve altyapıya yaptığı yatırımlarla karşılamaya devam ediyor” dedi.
Sağlık Yerleşkesinde yaklaşık 6 bin metrekare alan üzerine inşa edilecek 8 derslik ve 4 amfinin yer alacağı 4 katlı Hemşirelik Fakültesi derslik binasının temeli, DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, çok sayıda akademisyen ve davetlilerin katıldığı törenle atıldı. Açılışta konuşan DEÜ Rektör Vekili Erdal Çelik, sağlık sektörünün vazgeçilmez unsuru olan hemşire adaylarının, daha iyi şartlarda eğitim almasını sağlayacak yeni bir yatırımın temelini atmak için bir araya geldiklerini söyledi. Rektör Vekili Erdal Çelik, Hemşirelik Fakültesi’nin derslik ihtiyacının bulunduğunu kaydederek, “Güzel İzmir’in sağlık alanındaki kent vizyonunu iyi biliyoruz. Devletimizin öncülüğünde hayata geçen bu vizyona değer katmak, Dokuz Eylül Üniversitesi olarak bizim öncelikli görevimizi oluşturuyor. Sonuçta biz, hastanesi ile Ege Bölgesi’ne hizmet veren; tıp ve hemşirelik fakülteleriyle nitelikli insan gücü yetiştiren; sağlık temalı teknoparkı ile özel sektörü destekleyen; Biyotıp ve Genom Enstitüsü ile de ilaç alanında inovatif araştırmalar yapabilen büyük bir kurumuz. Sağlık ve Onkoloji alanında enstitü seviyesinde eğitim veren üniversitemiz, bu niteliklerinden ötürüdür ki sağlık alanındaki her yatırımı son derece ciddiyetle ve samimiyetle yapmaya gayret ediyor” dedi.
İNSANA YATIRIM YAPIYORUZ
“Biz, sağlık sektörüne yönelik her yatırımı ve her başarılı girişimi, üniversitemize kazandırılması gereken değer olarak görüyoruz” diyen Rektör Vekili Erdal Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şunu söylemek isterim ki, devasa yatırımlar kadar öğrencilerimizin huzur içinde rahatça eğitim alması da bizler için önemli. Çünkü bizim anlayışımız, niteliğin ve niceliğin bir arada olmasını içeriyor. Dolayısıyla şu an imkânımız neye yetiyorsa onu yapmaktan asla geri kalmıyoruz. Temel amacımız, her zaman yeni güne umutla başlamak ve umudumuzu gençlerimize verebilmektir. Biz, yüzünü bilime dönen; insani ve vicdani değerleri yücelten; insana yatırım yapan bir kurumuz. Başarımızın ve köklü mirasımızın sırrı da buradan geliyor. Birazdan temelini atacağımız derslik binamız, toplam 5 bin 742 metrekare alan üzerine inşa edilecek. 12 milyon liraya mal olan ve toplam 4 kattan oluşacak binanın ilk iki katında 8 derslik; son iki katında ise 4 amfi yer alacak. Bodrum katındaki okuma salonu ve bilgisayar laboratuvarıyla bu yatırım, başta öğrencilerimiz olmak üzere akademik ve idari personelimizin ihtiyaçlarına cevap verecek.”
YÖNETİME TEŞEKKÜR
DEÜ Hemşirelik Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Şeyda Seren İntepeler de, eğitim faaliyetlerinin yürütülmesinin, uygun ve yeterli fiziki ortamlar ile mümkün olabildiğini kaydederek, destek veren üniversite yönetimine teşekkür etti.
DEÜ HASTANESİNDE BAŞLADI TÜM TÜRKİYE’YE ÖRNEK OLDU
Emekli Öğretmen Fatma Özkan‘ın çabalarıyla Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde F. Sultan ERGÜN tarafından kurulan Gezici Kütüphane, dördüncü yılında diğer hastanelere örnek olmaya devam ediyor. Kurulduğunda raflarında yalnızca 250 kitap bulunan Gezici Kütüphane, bugün 10000’i aşkın kitapla DEÜ Hastanesi’ndeki hasta, hasta yakını ve personele hizmet veriyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer, Kütüphaneler Haftası nedeniyle, tamamı bağışlarla oluşan kütüphaneye katkı verenlere teşekkür etmek için bir tören düzenledi. Kütüphanenin kuruluşundan bu yana sorumluluğunu da gönüllü olarak yürüten Fatma Sultan Ergün bu güzel günde Gezici Kütüphanenin aşamalarını, dünden bugüne özetledi. Sadece bir fikirle başlayan projenin bugünlere ulaşmasında emeği olan herkese teşekkürlerini sunan Ergün, kütüphanenin büyütülebilmesi için yer talebinde bulundu.
Gezici Kütüphanenin fikir annesi Fatma Özkan; “Dört yıl önce Sultan Hanım’la birlikte bir kitap bir dokunuş düşüncesiyle başladığımız projemize inançla devam ettik.. Proje yürüdü, hedefine ulaştı ve hedefi geçmiş olacak ki kitaplar artık ayrılan alana sığmıyor. Yeni bir yer talep ediliyor. Bu konuda kendimi çok zengin hissediyorum” diyerek duygularını paylaştı.
Törende konuşan DEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer ise, okumanın ne denli önemli bir konu olduğuna değinerek “ Kur’an –ı Kerim’in ilk Ayeti de ‘oku’ diye başlar. Bugün burada olmaktan çok mutluyum. Fatma Hocam Gerçekten çok özelsiniz” diye konuştu. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin birçok alanda ilklerin öncüsü olduğuna da değinen Prof. Edizer, DEÜ’nün kurulmuş araştırma uygulama merkezleri ile öncü konumuna devam edeceğinin altını çizdi.
Konuşmaların ardından Gezici Kütüphaneye en çok kitap bağışında bulunan hasta, hasta yakınları, öğretim üyeleri ve personelden oluşan yaklaşık 50 kişiye katkıları için Teşekkür Belgesi takdim edilirken katılımcılar arasında duygusal anlar yaşandı.
DEÜ Hastanesi Gezici Kütüphanede, tamamı bağışlarla toplanan 10.800 kitap, çocuk ve yetişkinler için tasarlanan arabalar ile her gün hasta ve hasta yakınlarına kitap okuma yoluyla hastalıklarını unutturmaya çalışıyor. Hastane personelinin okuma alışkanlığına da katkıda bulunan gezici kütüphane Hastanenin 6. Katında her gün 08.00 – 17.00 saatleri arasında hizmet veriyor.
KİŞİSEL GELİŞİM SEMİNERLERİ EĞİTİCİLERİNE İÇTEN TEŞEKKÜR
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi‘nde, Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Aynur Akay önderliğinde başlayan ve ‘İlişkiler arası Çatışmada Kriz Yönetimi’, ‘Stres ve Başa Çıkma Yolları ile Ekip Çalışması’, ‘İletişim’ ve ‘ Psikodrama Uygulamaları’ başlıklarıyla yaklaşık beş hafta süren ‘Kişisel Gelişim Seminerleri’ başarıyla tamamlandı.
Uzm. Hemşire Hülya Duman ve İdari Sorumlu S. Başak Kaya’nın organizasyonu ile DEÜ Hastanesi Psikologları Meral Avcı ve Esmahan Orçın, Uzm. Hemşire Hülya Duman ile alanının en başarılı isimlerinden duayen Hocalarımızdan Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşen Baykara’nın çok değerli katkılarıyla tamamlanan seminerlerde emeği geçenlere teşekkür etmek amacıyla bir etkinlik düzenlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer, Başhekim Yardımcıları Prof. Dr. Aynur Akay, Doç. Dr. Serdar Bayrak, Hastane Başmüdür V. İsmet Utangan ve Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Ebru Melek Benligül’ün katılımıyla düzenlenen etkinlikte; eğitimlere katkıda bulunanlara teşekkür edilerek, eğitim sürecinde yaşanan olumlu ve olumsuz yönler konusunda geribildirimler verildi.
Uzm. Hemşire Hülya Duman, bir süre önce uygulamaya koydukları eğitimlerin sürecini anlatarak, ‘Bugün burada olmamızın nedeni; teşekkür etmek ve hem bir arada olmak hem de bu süreç boyunca birikmiş sorunları paylaşmak. Katkısı bulunan herkese teşekkürlerimi sunuyorum’ dedi.
Kişisel gelişim seminerleri kapsamında, “Psikodrama Uygulamaları” başlığı altında bir seminer veren Prof. Dr. Ayşen Baykara; burada bulunmaktan ve bu eğitimlere katkı vermekten duyduğu mutluluğu dile getirerek, ‘ Eğitimleri verenlerden çok eğitim alan gruplardan geribildirim almalıyız. İnsan davranışlarında farklılık bekliyorsak bunun davranışa yansıması için süreklilik şarttır. İnsanların eğitim alması ve donanmasının asıl sebebi paylaşımdır. Yaptığımız eğitimler özellikle bazı gruplara çok yardımcı oldu ve çok kalabalık bir gruba ulaştık. Sürekliliği önemsiyorum, bazı gruplarla tekrar çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Her zaman yardıma hazırım’ dedi.
Eğitimlerde görev alan Psikolog Meral Avcı, üç ay süre ile devam eden eğitimlerin güzel ve keyifli geçtiğini belirterek, ‘Devam eden eğitimler içerisinde yer almak isterim’ dedi. Avcı, Hastane personeli ile çalışırken özellikle olumsuz duyguların açığa çıkabilmesi için güvenli bir ortam kurulabilmesinin önemine değinerek, içinde bulunmaktan çok mutlu olduğu bir iş olduğunu söyledi.
‘Stres ve Başa Çıkma Yolları’ ve ‘Ekip Çalışması’ Eğitimlerini veren Psikolog Esmahan Orçın’da, ‘Bölümdeki işler ile birlikte düşünüldüğünde süreç yorucu idi ama aynı zamanda çok da keyifli idi. Sadece Faturalama Birimi ile başlayan eğitimler Hastane bünyesine yayıldı. Farklı grupların farklı dinamikleri var aslında ve asıl sorun bazı gruplarda eğitime karşı gösterilen dirençti. Belki de bu gruplara ayrı bir planlama yapmalıyız ve eğitimlere devam etmeliyiz’ diye konuştu.
Başhekim Prof. Dr. Mete Edizer; DEÜ Hastanesi’nde doğru örnek sayısını arttırmaya çalıştıklarının altını çizerek, bu tür eğitimlerin kurum aidiyetini arttırması açısından önemli olduğunu söyledi ve emeği geçenlere teşekkür etti. Güzel ve verimli geçen değerlendirmenin ardından Prof. Dr. Mete Edizer tarafından, Prof. Dr. Ayşen Baykara, Prof. Dr. Aynur Akay, Psikolog Esmahan Orçın, Psikolog Meral Avcı, Uzm. Hemşire Hülya Duman ve İdari Sorumlu S. Başak Kaya’ya teşekkür çiçeği verildi.
Akupunktur ve Moksibüsyon “Geleneksel Tıbbın Yeniden Keşfi”
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İkuei Medical College ve Japonya İzmir Kültürlerarası Dostluk Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen “Akupunktur ve Moksibüsyon Semineri” Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Derslikler Grubu Konferans Salonu’nda yapıldı.
İkuei Medikal College Akupunktur ve Moksibüsyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Akira Yoshihara, İkuei Medikal College Uzmanı Dr. Susumi Odai ve DEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer’in konuşmacı olarak katıldığı seminer Japonya’dan gelen bilim adamlarının yaptığı uygulamalarla izleyenleri Akupunktur ve Moksibüsyon konularında bilgilendirdi.
Seminerin açılış kısmında konuşan Prof. Dr. Mete Edizer, ‘ Her ne kadar Çin Tıbbı olarak geçse de akupunkturun Çin Tıbbı olmadığını vurguluyoruz. Akupunkturun özü Çinlilerden çok daha eski tarihlere dayanıyor. Japon bilim adamlarının her zaman çok güzel çalışmaları oldu.’ diyerek sözlerine şöyle devam etti; ‘ İğne batırma tekniği konusunda sadece tek bir cümle söyleyeceğim. Ben her zaman Japon ekolü olan yüzeyel iğne takmayı tercih ettim. Bu işin sınırlarını çizen aslında Japon bilim adamları oldu. Kendilerini şimdiden tebrik ediyor ve aramızda oldukları için çok teşekkür ediyorum. Akademik eğitim nasıl yaşam boyu devam ediyorsa akupunkturda da iğneyi her batırdığımda yeni bir şey öğreniyorum. Bu işin ucu bucağı yok ve büyük ihtimalle öleceğimiz güne kadar da hep satır satır öğrenmeye devam edeceğiz. Yaklaşık 11-12 yıldır bu işin içindeyim ve şu an aranızda en heyecanlı olan benim. Kendime göre naçizane bir kitap yazdım ve daha iyisini nasıl yaparım diye düşünürken böyle başarılı iki bilim adamı ile birlikte olup onların da görüşünü alma şansını buldum.’
Konuşmasına Üniversitemizin ‘Endüstri 4.0’ projesinin pilot üniversitelerinden biri olduğunun altını çizerek devam eden Edizer, bu proje sayesinde öğrenci değişim kapasitesinin ERASMUS programının sağladığı olanakların çok üzerinde artacağını söyleyerek, konuğumuz olan Japon Bilim adamının da kendisi gibi Anatomi üzerine çalıştığını ve bunun kendisi için çok büyük bir şans olduğunu söyleyerek sözü Prof. Dr. Akira Yoshihara’ya bıraktı.
Prof. Dr. Akira Yoshihara, Japonca simultane tercüman eşliğinde yaptığı sunumunu tamamen Türkçe hazırlayarak izleyenlere anlamlı bir jest yaptığı konuşmasına burada bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek başladı ve Üniversitemize davet edildiği için teşekkürlerini sundu. Yoshihara, Japonya’da kullanılan akupunktur tekniklerinden ama bunlar arasında özellikle gebelikte kullanılan yöntemlerden söz ettiği konuşmasında akupunktur ve moksibüsyon üzerine genel bilgilerden söz ederek başladığı sunumunda bu iki tedavinin ana hatlarına ve tıbbi kanıtlarına değindi. Katılanların ilgiyle izlediği konuşmanın ardından salonda bulunanlar arasından alınan gönüllülere Dr. Susumi Odai tarafından akupunktur ve moksibüsyon tedavileri uygulandı.
Oldukça ilgi çekici geçen uygulamaların ardında geçilen soru cevap bölümünde Prof. Dr. Mete Edizer, akupunktur ve moksibüsyon tedavilerinin kalıcı olup olmadığı sorusuna, tedavilerin kalıcı olduğunu ama günümüz dünyasında sürekli dışarıdan gelen travmalara maruz kaldığımızı belirterek bu etkiler yoluyla iki üç yıl içerisinde vücut dengesinin yeniden bozulduğunu söyledi. Edizer; ‘Sizlere önerim suyu özellikle gün içerisinde içmeniz. Suyu içerken de mecburen kullandığımız şişelerin ağzını açarak suyun oksijen ile temas etmesini sağlayarak içmeliyiz. Çünkü suyun bir hafızası var ve bizler bu hafızayı suyu plastik şişelere hapsederek bozuyoruz.’ diyerek çevresel etmenlerden korunmamız gerektiğine dikkat çekti.
Fedakârca acil tıp hizmeti vermeye çalışan ATT ve Paramediklerimizin ‘Acil Tıp Teknisyenleri ve Teknikerleri Günü’nü kutlarım
Üniversite Yönetim Kurulu Hastanemiz Başhekimliğinde Yapıldı
DOKUZ EYLÜL TIP FAKÜLTESİNİN GURUR GÜNÜ DEÜ TIP DA 40. YIL ÇOŞKUSU
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü, düzenlenen bir törenle kutlandı. Yoğun ilginin olduğu etkinlikte konuşan DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, Tıp Fakültesinin Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ana damarlarından biri olarak, 40 yıldır insanlara umut olduğunu söyledi.
Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi’nin 40. Kuruluş yıldönümünü, düzenlenen bir törenle kutladı. Fakültenin konferans salonunda idari ve akademik personelin yanı sıra çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirilen program, halk oyunları gösterisiyle renklenirken Fakülte tarihini anlatan video izleyenlerden beğeni topladı. Fakültede 15. ve 30. yıllarını tamamlayan akademik ve idari personele ‘teşekkür’ plaketlerinin de verildiği etkinlikte konuşan DEÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik, Tıp Fakültesinin Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ana damarlarından biri olarak, 40 yıldır insanlara umut olduğunu söyledi.
Dokuz Eylül Üniversitesi önceki Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hikmet Hüseyin Çatal ve Genel Sekter Yrd. Doç. Dr. Recep Yiğit’in de hazır bulunduğu programda konuşan Çelik, “Türkiye’nin en köklü yükseköğretim kurumlarından biri olarak bilim dünyasına ve insanlığın geleceği adına hizmet etmek için aralıksız çalışıyoruz. Bunu yaparken de akıl ve mantığı bir arada kullanıyor; ilkelerimizden asla ödün vermiyoruz. Büyük bir ailenin güçlü bireyleri olarak bizler, her sabah yeni bir güne umutla başlıyor; geçmişten aldığımız birikimlerle dikkatlice rotamızı çiziyoruz. Tıp Fakültemiz ise bu ailenin ana damarlarından biri olarak, 40 yıldır yetiştirdiği hekimleriyle insanlara umut oluyor” diye konuştu.
AKILLI HASTANE MODELİ
Tıp eğitimi metodolojilerine daha fazla ağırlık vereceklerini kaydeden Çelik, “Önümüzdeki dönemde birçok çalışmayı hayata geçirecek; eğitimde Endüstri 4.0 kavramına öncelik vereceğiz. Bu sayede sanal eğitim ve elektronik fakülte konusunda çalışmalar yapacağız. Etkin öğrenmeyi sağlamak için üç boyutlu animasyonlar oluşturacağız. Yapay zekayı kullanacak; anlık veriler elde edeceğiz. Böylece Endüstri 4.0’ı tıp eğitim süreçlerine uygulayarak akıllı eğitimi ve akıllı hastaneyi hayata geçireceğiz. Bu hedeflerimizden bazılarını yürüttüğümüz çalışmalarla hayata geçirdik ve ilk örneklerini merkez laboratuvarımızda başlattık” diye konuştu.
EVRENSEL SAĞLIK HİZMETİ VURGUSU
Fakültelerinin kurulduğu günden bu yana birçok önemli dönemeci geride bıraktığını kaydeden DEÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oğuz Dicle, “Fakültemiz bir kurum için inanılmaz bir değişim ve dönüşüm göstererek bugünlere geldi. Ülkemizin her yönüyle gelişmiş ve yaşamak için ilk sıralarda tercih edilen kentlerinden biri olan İzmir’de, ulusal ve uluslararası düzeyde tanınmışlığa ve temsil yeteneğine sahip olan Fakültemiz, eğitim ve araştırma faaliyetlerindeki önemli altyapılarından biri olan hastanesiyle birlikte nitelikli insan gücü olan hekimleri sağlık alanına kazandırıyor. Bunu yaparken toplumumuza da yüksek kalitede ve evrensel nitelikte sağlık hizmeti veriyor” dedi.
İNSANA DOKUNMAK GEREKİYOR
Üniversite hastanesinde birçok değişim ve dönüşümün yaşadığını vurgulayan DEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mete Edizer ise Endüstri 4.0 olmak üzere birçok konuya önem verdiklerini belirterek, “Yine de her şeyin makineleşmemesi gerektiğini düşünüyorum. Biz, hekimler olarak önce insana dokunmalıyız ve bunu öğretmeliyiz. Meslek hayatımda benim gördüğüm en önemli şey hastasına dokunan hekimin iyi olduğudur. Bugüne kadar bizlere destek olan öğretim üyelerimize ve çalışanlarımıza da teşekkür ediyoruz” diye konuştu.
TESADÜF DEĞİL
Mezunlar Derneği adına konuşan Prof. Dr. Hakan Abacıoğlu ise bu etkinlikte olmaktan onur duyduğunu kaydederek, şunları söyledi: “Kurulduğu günden bu yana binlerce başarılı hekimi başarıyla yetiştirmesi tesadüf değildir. Fakültenin binlerce harika öyküsü var. Bu kurumun bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.” Konuşmaların ardından halk oyunları gösterisi ve plaket sunumu ile tören sona erdi.
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 103. Yıldönümü
14 Mart Tıp Bayramı Kutlaması
Diğer Makaleler...
- NEHİR’İN ADI DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ OYUN ODASINDA YAŞAYACAK
- Doğdukları Kente En Anlamlı Armağan
- Hastane Servisler Girişi tadilatla yenilendi
- Nefroloji Bilim Dalı Hemodiyaliz / Periton Kursiyer Eğitim Programı
- Başhekim Prof. Dr. Mete Edizer’den tedavi gören küçüklere yeni yıl morali
- DEÜ’de hizmete açılan KİTVAK Abdulrezzak Sancak Konukevi için hasta yakınlarından sonsuz teşekkür
- Yılın Hemşirelik Hizmetleri Yöneticisi Ödülü DEÜ’lü Yönetici Seyyare Kurt’a verildi.
- DEÜ Hastanesi çalışanlarına Kişisel Gelişim Seminerleri
- DEÜ Hastanesi’nin sevilen çalışanı Özler Dündar gözyaşları ile sonsuzluğa uğurlandı
- Arpaboyu Dergisi'nin 65. Sayısı Yayınlandı...
- 10 Kasım Atatürk'ü Anma Töreni ve Başhekimimizin Mesajı
- Akıllı Hastane DEÜ’de E-İmza Dönemi
- Nefes Kesen Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun Gözdesi Dokuz Eylüllü Doktorlar
- KBB’den Canlı Cerrahi İle Türkiye’ye Eğitim
- Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Karaciğer Naklinde 3D Devrimi
- Başhekimlikte Plaketli Devir Teslim
- Aile Hekimliği Anabilim Dalı Yeni Binasına Taşındı
- Yaşam Boyu Devam Eden Serebral Palsi Tedavisinde Deneyimli Merkez DEÜ Hastanesi
- Kanser Savaşçısı DEÜ Hastanesi Tümör Konseyleri İle Fark Yaratıyor
- DEÜ Hastanesi İnme Tedavisinde Türkiye’ye Rol Model
- Prof. Dr. Bahri Akdeniz: “Kalp sağlığında düzenli kontrol hayat kurtarır”
- Aşırı Sıcakta İş Kazaları 4 Kat Artıyor
- Meslek Hastalıklarında DEÜ’den Sanayiye İşbirliği Çağrısı
- DEÜ Hastanesi’nde Kanser Hastaları Kemoterapi İçin Artık Sıra Beklemeyecek
- Adli Tıp Anabilim Dalı Yeni Poliklinik Binasına Taşındı
- Plastik Cerrahi Polikliniği’nde Fiziksel Alanlar İyileştirildi
- Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi’nde Ek Birim Hizmete Açıldı
- Tıbbi Onkoloji Polikliniği Yenilendi
- Kalpten Bağış Hastalara Şifa Olacak
- Hastanemizden Güncel Haberler
- Küçük Bedenleri DEÜ Hastanesi’nde Hayata Tutundu
- Böbrek Nakilli Hastadan Anlamlı Bağış
- Öğretim Üyesi Özel Randevu Sistemi
- Türkiye’nin Merkezi Tek Endoskopi Ünitesi DEÜ Hastanesi’nde Yenilenerek Hizmete Açıldı
- Tanı ve Tedavide Önemli Moleküler Patoloji Ünitesi Hizmete Girdi
- Türkiye’nin En Modern Geriatri Servisi DEÜ Hastanesi’nde Hizmete Girdi
- DEÜ Hastanesi’nde Dünya Standartlarında Tüp Bebek Tedavisi
- Türkiye’nin İlk Meslek Hastalıkları Bilim Dalı ve Kliniği DEÜ Hastanesi’nde Kuruldu
- Kalp Hastalarına Lions Desteği
- Tüp Bebekte Yeni Teknolojiye KOSGEB Desteği
- İngiliz Hasta Gloria Rhodes DEÜ Hastanesi’nde Şifa Buldu
- DEÜ Hastanesi Yönetim Hizmet Binası Törenle Açıldı
- Yara İyileştirmede Bir İlk; Elektrikle Acısız Tedavi